-
The Last of Us Sevenler İçin Kitap Önerileri
The Last of Us, ilk sezonunu tamamladı. Anlattığı çarpıcı kıyamet sonrası öykü, iz bırakan karakterleri ve kendine özgü duygusal tarzıyla çok beğenildi.
The Last of Us, bildiğimiz dünyanın sonunu getiren bir mantar salgını, bu salgının yarattığı yıkım ve insan topluluklarının kıyamet ertesi dünyada sağ kalmak için şiddete sarılmaları gibi büyük bir çatı altında, ana karakterler Joel ve Ellie’nin birbirini sevmeyi ve birbirine güvenmeyi öğrenmesinin oldukça canayakın ve kişisel öyküsünü anlatıyor.
Bu başarı tek başına dizinin değil. 2013 yılında çıkan video oyunu da hem anlattığı öyküyle, hem de bu öyküyü anlatış tarzıyla bir başyapıttı. Biz de ‘Öykü ve anlatımıyla kütüphane raflarından fırlamışa benzeyen video oyunları’ listemizde The Last of Us’a yer vermiş, oyunun taşıdığı yazınsal değeri öne çıkartmıştık.
Şimdi, Altı Üstü Kitap ekibi olarak, dizinin sevenlerine bazı kitaplar önermekten mutluluk duyuyoruz.
Yol
Cormac McCharty
Çev. Sevin Okyay
İthaki YayınlarıBu listeye Yol’u almamak olmazdı, çünkü Yol yalnızca konusu bakımından The Last of Us’la benzeşmiyor, aynı zamanda oyunun esin kaynaklarından biri. Bir baba-oğulun kıyamet sonrası Amerika’da çıktığı bir yolculuğu okuyoruz Yol’da; her türlü tehlike, çelişki ve ahlaki ikilemle bezeli bir yol bu. McCarthy’nin kendine özgü, kesintisiz bir akışı andıran, serbest yazım tarzı kitabın atmosferini güçlendiriyor. Yol sürükleyici, ancak yemesi yutması biraz güç bir kitap. Ancak birçok kişiye göre bir başyapıt, bizce de okumaya değer.
Tüm Sırların Sahibi Kız
M. R. Carey
Çev. Ali Sinan Çulhaoğlu
Pegasus YayınlarıTüm Sırların Sahibi Kız, The Last of Us’la çarpıcı koşutluklar taşıyor; burada da dünyanın büyük bir mantar salgını karşısında çaresiz kalışını, hem hasta olmuş insanların hem de bu kıyamet sonrası dünyada ayakta kalmaya çalışan insan kümelerinin şiddete ve yıkıma başvuruşunu görüyoruz. The Last of Us’ta olduğu gibi burada da güçlü, birbirleriyle etkileşimi kitabın değerini artıran karakterler okuyoruz. Eğer The Last of Us’ı beğendiyseniz, üstelik oldukça benzer bir şey çekiyorsa canınız, Tüm Sırların Sahibi Kız çok iyi bir seçenek, hem çok rahat okunan, hem de iz bırakacak bir kitap.
Ben, Efsane
Richard Matheson
Çev. Özgen Berkol Doğan
İthaki YayınlarıRichard Matheson’ın Ben, Efsane’si de televizyon ve sinema uyarlamalarına sahip, ancak kitabın sevenleri bu filmlerden uzak durulmasını öneriyor. Dünyanın geceleri ortaya çıkan vampirvari yaratıklarla kaplandığı ve tek bir insanın sağ kaldığı bir öykü, kıyamet sonrası yazınının önde gelen yapıtlarından biri. Dizinin tadı damağınızda kaldıysa Ben, Efsane de hoşunuza gidebilir.
City of Thieves
David BenioffDavid Benioff’un City of Thieves’i bir İkinci Dünya Savaşı olmanın yanında iki kişinin bütün güçlüklere karşın sağ ve ayakta kalmasının, üstelik bunu başarabilmek için düşman hattının gerisine sızarak büyük bir maceraya atılmasının öyküsü. Kitap, The Last of Us’a esin kaynağı olan yapıtlardan biri.
Earth Abides
George R. StewartEarth Abides, The Last of Us’la benzeşmekle kalmıyor, kıyamet sonrası yazının da kurucu metinlerinden. Bütün insanlığı silip süpüren bir hastalık ve bu hastalık karşısında ayakta kalan tek bir adam, hem yaşamını, hem dünyayı değiştirebilecek bir maceraya atılıyor. Earth Abides seveni denli sevmeyeni de bol bir kitap, ancak yayınlanma tarihinin 1949 olduğu göz önünde bulundurulursa yazınsal değeri yanında tarihsel değeri de değerlendirilerek irdelenebilir.
Swan Song
Robert McCammonSwan Song’la biz de bu listeyi hazırlarken tanıştık ve kendisini okuma listemize ekledik. Swan dokuz yaşında bir kız çocuğu, yokluk ve yoksullukla boğuşuyor. Bütün uygarlığı yerle bir edecek büyük bir nükleer savaş çıktığında tüm dünya ölümcül bir çöle dönüşüyor ve her şeyin çözümü Swan’da olabilir. Swan ve yolunun kesiştiği, kendisi denli tuhaf arkadaşları, insanlarla ve mutasyona uğramış yaratıklarla mücadele edecekleri bir yolculuğa çıkıyor.
She Rides Shotgun
Jordan HarperShe Rides Shotgun, bir kıyamet sonrası romanı değil. Ortada bir salgın, birbirine giren topluluklar, insanların sağ kalma savaşımı yok. Bu bir suç romanı. Ancak, The Last of Us’ı anıştıran çok önemli bir yanı var: İki ana karakterin, yani bir baba-kızın ilişkisi. The Last of Us çok büyük bir çatı altında çok küçük ve oldukça derin bir öykü anlatıyor aslında: Joel ve Ellie’nin ilişkisinin öyküsü. Burada da iki ana karakterin ölümcül bir ortamda birbirlerine bağlı kalmasının öyküsünü okuyoruz. Etkileyici, akılda kalıcı bir kitap She Rides Shotgun.
-
Mahlaslarıyla Tanınan Ünlü Yazarlar
Yazarların mahlas kullanarak eserler üretmesinin birden çok sebebi var. Bazıları kendi tanındığı tür dışında bir türde yazmayı denemek için mahlas kullanmayı seçerken, bazıları tamamen kitapların getireceği ünü istemediği için bu yola başvurmuş. Tabii tarihte erkek mahlaslarıyla yazmak zorunda kalan kadın yazarları da unutmamak lazım. Öyle ya da böyle bu mahlaslar yazın dünyasının köşe taşlarına dönüşmüş. Hatta artık birçok okur bunların yazarların gerçek isimleri olmadığını dahi unutmuş durumda. Altı Üstü Kitap ekibi olarak mahlaslarıyla ünlenmiş yabancı yazarlardan birkaçını derledik!
George Orwell
Gerçek adı: Eric Arthur BlairGeorge Orwell herkesin kitaplığında en az bir kitabıyla yer edinmiş ve edebi tartışmaların uzun süre merkezinde yer almış bir isim olsa da bu, aslında yazarın gerçek ismi değil, mahlası. İlk kitaplarını yazarken, ailesini yokluk içinde yaşadığı zamanlar dolayısıyla utandırmamak için kendi adını kullanmadığı söyleniyor. Bu mahlası da İngiliz kırsalına hayranlığı sebebiyle Orwell nehrinden esinlenerek seçmiş.
Elena Ferrante
Gerçek adı: BilinmiyorElena Ferrante’nin kimliği yazın dünyasının varlığını hala sürdüren en büyük gizemlerinden biri. Birçok teori üretilmiş, birçok insanın ismi öne sürülmüş olsa da herhangi biri doğrulanabilmiş değil, bu nedenle yazarın kim olduğu hala bilinmiyor. Özel hayatına önem verdiğinden ve kitaplarının herhangi bir “yazar pazarlaması” gerektirmeden de var olacağına olan inancından bahseden yazar, kimliğini açıklamamakta oldukça kararlı.
Mark Twain
Gerçek adı: Samuel Langhorne ClemensBuharlı gemi kaptanı olmak için Mississipi Nehri’nde 2000 milden fazla yolculuk yaptığı süreçte yazar olarak mahlasını bir gemicilik teriminden seçen Mark Twain yazın dünyasına birden çok klasik bıraktı. Clemens ailesinden şu an soyu devam ettiren kimse kalmadı, ama Mark Twain adı edebiyat dünyasının en büyük adlarından biri.
George Elliot
Gerçek ismi: Mary Anne EvansGeorge Elliot edebiyat dünyasında çok ünlü bir isim olsa da aslında Mary Anne Evans’ın mahlası. Çalkantılı özel hayatını saklamak ve bir kadın olarak “aşk kitapları yazarı” diye etiketlenmemek için yazın hayatına bir mahlasla girenlerden Mary Anne Evans. Geriye dönüp baktığımızda, hayal ettiği izi bırakan yazarlardan biri olmayı başardı diyebiliriz.
Lewis Carroll
Gerçek adı: Charles Lutwidge DodgsonLewis Carroll, aslında bir Oxford akademisyeni olan mütevazı Charles Lutwidge Dodgson’ın mahlası. Alice Harikalar Diyarında ile büyük üne kavuşan Dodgson’ın, mahlasının sağladığı gizliliğe yürekten bağlı olduğu için Carroll adına gelen okur mektuplarını dahi kabul etmediği söyleniyor. Birçok alternatif mahlası masaya yatıran Dodgson, en son yayıncısının seçtiği mahlas ile yazın hayatına başlamış.
Maya Angelou
Gerçek adı: Marguerite Annie JohnsonMarguerite Annie Johnson aslında yazar mahlasını bir Kalipso dansçısıyken menajerinin ona daha heyecan verici bir isim seçmesini istemesiyle buluyor. Çocukken ona Maya olarak seslendiklerini hatırlayan yazar, bunu bir süre evli kaldığı ve Angelos soyadını aldığı adamın soyadının uyarlamasıyla birleştiriyor. Sahneden yazarlığa geçişinde de mahlasını bırakmıyor.
Stan Lee
Gerçek adı: Stanley Martin LieberCiddiye alınmak istenen bir yazar olmayı hayal eden Stanley Martin Lieber, Stan Lee mahlasını aslında kendi ismini “çocuk kitaplarıyla” özdeşleştirmemek ve daha sonra yazacağı edebi kitaplara saklamak için seçiyor. Ancak kariyerinin burada yükselmesiyle birlikte tamamen bu isimle özdeşleşen Stanley, resmi olarak da ismini Stan Lee’ye çeviriyor.
-
Altı Üstü Kitap 1 yaşında! Bir yılı nasıl geçirdik, ikinci yılımızdan ne bekliyoruz?
Bir yıl önce yola çıkarken “Türkiye’nin yazınsal varlığına bir virgüllük katkımız olursa ne mutlu bize!” demiştik. Birinci yılımızı doldurduk!
Bir yıl içinde kitap incelemeleriyle, listelerle, araştırma dosyaları ve söyleşilerle karşınıza çıktık, bir yılı sizlerle kitaplar üzerine sohbet ederek geçirdik!
Konuşma olanağı bulduğumuz konular, sohbet etme olanağı bulduğumuz değerli insanlar ve bir yıl boyunca bize gösterdiğiniz büyük destek; 2020 yılında bir podcast olarak yayın yaşamımıza başlarken de, 2022 yılının başında yazılı ve sanal bir ortamda yeni bir serüvene atılırken de düşlediklerimizin çok ötesinde.
Altı Üstü Kitap ekibinin tümünün, yani Şule Tüzül, İlkin Şilan, Özge İpek Esen ve Can Güçlü’nün katılımıyla 9 Ocak 2023 akşamı Instagram üzerinden yaptığımız canlı yayında, yazılı ve sanal bir platform olarak bir yılımızı nasıl geçirdiğimiz üzerine sohbet etmiş, önümüzdeki yıldan neler beklediğimizi konuşmuştuk.
Bu sohbetimiz şimdi Spotify’dan dinlenebilir, Instagram ve YouTube’dan izlenebilir!
Daha da dolu, daha da üretken geçecek nice yıllara!
-
Söyleşi: İnkılâp Kitabevi
Söyleşi: Özge İpek Esen
Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri eğitim ve kültür dünyasına yaptığı katkılarla tanınan İnkılâp Kitabevi, 96 yıllık geçmişi ve 20.000’in üzerinde kitabıyla Türkiye’nin en köklü yayınevlerinden biri olarak tarihe bir iz bırakıyor. 1927 yılında Garbis Fikri tarafından kurulan ve 1971 yılından sonra oğlu Nazar Fikri tarafından yönetilen İnkılâp Kitabevi, şimdi ise üçüncü nesil yönetici olan Arman Fikri’nin yönetiminde yayın hayatını sürdürüyor. İnkılâp Kitabevi’nin yayın koordinatörü Gülşen İşeri ile yayınevinin geçmişini, Türk yayıncılığındaki yerini ve 2023 planlarını konuştuk.
Yayınevinin nasıl bir doğum hikâyesi var, bize İnkılâp’ın tarihinden, geçtiği yollardan bahsedebilir misiniz?
Yayınevi 1890 yılında Gayret Kitabevi olarak kuruldu, sonrasında ise yayın hayatına İnkılâp Kitabevi olarak devam etti. İnkılâp ailesi olarak yaklaşık bir asırdır yüzlerce çeşit kitap çıkardık; eğitimden sağlığa, dünya klasiklerinden Türk klasiklerine, tarih kitaplarından referans kitaplarına kadar pek çok alanda toplumun eğitimine, kültürüne ve tarihine katkı sunduğumuzu düşünüyorum. Doğal olarak da hedefimiz düşünen, sorgulayan, üreten, kendini geliştiren okur yetiştirmek.
Yayıncılık alanlarımız; edebiyat, tarih, sanat eserleri ve Türk klasikleri, hobi, yemek, çizgi roman ve referans kitapları.
Refik Halid Karay, Reşat Nuri Güntekin, Halid Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Namık Kemal, Ömer Seyfettin, Tevfik Fikret, Mehmet Ziya Gökalp, Mehmet Akif Ersoy gibi tarihe iz bırakan kült isimleri de yayımladık. Türkiye’nin en önemli edebiyatçılarından, fikir insanı ve düşünür Zülfü Livaneli’nin kitaplarıyla bu uzun yolculuğumuza bir değer daha kattığımızı düşünüyorum. Türkiye’nin en köklü yayınevi olarak tarihe iz bırakmaya devam ediyoruz.
Türkiye’nin en eski yayınevlerinden biri olarak İnkılâp yayıncılıktaki dönüşümlere nasıl tepkiler verdi? Yayınevini bu dönüşüme uyumlu hale getirmek için neleri öncelediniz, neleri feda ettiniz?
Bizim bir sloganımız var: “Gelenekten Geleceğe!” İnkılâp Kitabevi’nin 1927 yılından bu yana üç nesildir devam eden yolculuğu… Bu bizim için gurur verici… Bu yıl 96. yılımız, 96 yılda çok şey değişti elbette… Bu değişime ve dönüşüme ayak uydurmaya çalışıyoruz. Dijitalleşen bir dünyada geleneğimizi, kültürümüzü, bakış açımızı kaybetmeden yeni dünya düzenine bakmaya çalışıyoruz. Bu yeni sistemi pandemi sürecinde yaşadık. Bazı şeylerin mümkün olduğunu hep beraber gördük. Neticede kültür işi yapıyoruz, bu kültürü yaymak, okuma alışkınlığını genç kuşağa kazandırmak için bu uyum sürecine biz de girdik. Dijital platformlar, sosyal medyaya verdiğimiz ağırlık, kitap kapaklarımızda o gelenekçi yapıdan çıkıp daha soft, gençlere hitap eden, her kesimin kolay adapte olacağı kapaklar yapmaya başladık. Ama öte yandan da Refik Halid Karay, Reşat Nuri Güntekin gibi edebiyatçılarımızla, tarih kitaplarımızla da üç neslin izini taşıyoruz.
Yayın politikanızı oluştururken dikkat ettiğiniz hususlar nelerdir? Risk alarak bastığınız kitaplar oluyor mu? Kataloğunuzda kesinlikle yer vermek istemediğiniz türler var mıdır? Varsa bu türlerden neden uzak duruyorsunuz?
Edebiyat bir yayınevi için olmazsa olmazdır. Cumhuriyet’in ilk döneminden bugüne kadar eserleri ile edebiyatımıza büyük katkı sunan yazarlarımız var. Bizler o edebiyatın çehresiyle büyüdük. Dönem dönem popüler kültür kitapları da yayımladık ama edebiyattan hiç kopmadık. Büyük usta Zülfü Livaneli ile 3 kuşaktır devam eden ağacımızın köklerini derinleştirdik. Köklerimiz derinleştikçe edebiyata olan ağırlığımız arttı. Ve iyi edebiyat, iyi roman, iyi öykü… Olmazsa olmazımız.
Türkiye’de yayıncılık yaparken mücadelelerinizden ve size gösterilen desteklerden ve varsa endişelerinizden bahsedebilir misiniz?
Elbette ki en büyük desteği okurlarımızdan alıyoruz. Sadık bir okur kitlemiz var. Öte yandan her yayınevi gibi endişelerimiz var; örneğin ekonomi! Kitaplara zam yapmak zorunda kaldığımızda okura kitap ulaştıramamanın endişesini yaşıyoruz.
Peki, şimdilerde mutfakta neler var? Okurlarınızı hangi kitaplar bekliyor?
Yeni yıla heyecanla girdiğimizi söylemek isteriz. 100. yıla doğru giderken, yeni projeler, yeni kitaplarla dopdolu bir 2023 hedefliyoruz.
Çocuk ve ergen psikiyatrisi denilince akla gelen ilk isimlerden Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu’nun eskimeyen eseri Çocuk Ruh Sağlığı’nın gözden geçirilmiş yeni baskısını okurla buluşturacağız… Kitabın önsözünü kaleme alan Yankı Yazgan sonsözünde de alanda yaşanan yeni gelişmelere yer veriyor.
Kaan Sekban’ın Küçük Ünlü Uyumu kitabı bir yandan güldürüp bir yandan düşündürecek. Bazen çocukluğunuzda mola vereceksiniz, bazen de zirvede üşüyeceksiniz… Zümra Atalay ise Yeni Olasılıkları Mümkün Kılmaz Sanatı: Kabul’le okurlara zihin açıcı bir kitap sunuyor.
Yankı Yazgan’la 3 yeni kitabı ve diğer kitaplarıyla 2023’te de yolumuza devam ediyoruz. Yine İnkılâp ailesine katılan Sevda Sarıkaya tüm kitaplarıyla bizimle olacak. Ve metin üstündağ tüm külliyatıyla ailemize katıldı.
Okurlarımıza sürprizlerimiz birbirinden değerli isimlerle devam edecek; yeni bir işbirliği içindeyiz, bu güzel haberi de çok yakında paylaşacağız.
Zülfü Livaneli’nin Gölgeler kitabı da 2023’te raflarda olacak. Aynı zamanda Zülfü Livaneli’nin dünya ve Türk edebiyatından öykü seçkileri edebiyat tutkunlarıyla buluşacak.
Türk klasiklerinden dünya klasiklerine, tarih kitaplarına, sözlüklerden araştırma kitaplarına kadar her okurun ilgisini çekecek kitaplarımız okurla buluşmaya devam edecek.
Çok teşekkür ederiz.
-
Dünyayı kasıp kavurmuş bir İkinci Dünya Savaşı gerilimi: The Guns of Navarone
Can Güçlü
The Guns of Navarone (Collins, 1957), gerilim yazınının büyük klasiklerinden biri. İlk kez 1957 yılında, İngiltere’de yayınlandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük popülerlik kazanan macera ve gerilim romanlarının öncülerinden oldu. Yazarı Alistair MacLean, sonrasında da çok ilgi gören yapıtlar üretti, Soğuk Savaş’ın Batılı yazarları arasında anıtlaştı.
The Guns of Navarone’un, Navaron’un Topları (İnsel Kitabevi, 1963)adıyla, saptayabildiğime göre, 1963’te birkaç Türkçe çevirisi yayınlandı. Bunun, kitabın uluslararası popülerliğinden çok, 1961 yılında kitaptan uyarlanan filmin gördüğü ilgiden kaynaklandığını öne sürmek herhalde haksızlık olmaz. Sonrasında kitabın yeni baskıları yapıldıysa da bugün güncel Türkçe baskısı bulunmuyor.
Öykü, Ege Denizi’nde yer alan, MacLean’ın düşgücünden çıkma Navarone adasına gerçekleştirilen noktasal bir saldırı üzerine kurulu. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ordularının Yugoslavya ve Yunanistan’ı eşzamanlı olarak işgal etmesinin ardından Ege’de kurduğu baskınlık, Karo adası dışındaki tüm adaların Alman egemenliğine geçmesiyle sonuçlanıyor. Yalnız Karo adasında 1200 İngiliz askeri var, oysa İngiliz istihbaratının elindeki bilgilere göre Karo’ya da kapsamlı bir Alman saldırısı yolda ve İngilizlerin bunu engelleyecek gücü yok. Eğer bir şey yapmazlarsa, 1200 askeri göz göre göre Almanlara kurban etmiş olacaklar.
İngilizler Alman saldırısını püskürtecek hava üstünlüğüne sahip değiller, ancak saldırı gerçekleşmeden önce 1200 askeri Karo’dan çekebilir ve böylece can kaybını önleyebilirler. Burada da asıl sorun ortaya çıkıyor: Navarone’da yer alan kale, Karo’ya giden deniz yollarına egemen ve kale devasa uzun menzilli toplarla donatılmış. Dolayısıyla yalnızca tahliye için kullanılacak bir konvoy bile Karo’ya Navarone’daki toplar susturulmadan ulaşamaz.
Topların susturulması için Navarone’un bombalanması denenmiş, başarısız olmuş. Paraşüt birliği indirilmesi denenmiş, başarısız olmuş.
Bu nedenle Navarone’a bir özel saldırı tasarlanıyor: Keith Mallory’nin önderliğinde çok küçük bir grup deniz yoluyla, göze çarpmadan Navarone’a çıkacak ve topları yok edecek. Ama, her an bir saldırı için tetikte bekleyen Alman askerleri nasıl atlatılacak? Almanların düşman beklemedikleri bir noktada belirerek.
Yaklaşmaya uygun nokta olarak, adanın denizle buluştuğu uçurumlar seçiliyor. Bu sarp kayalıklarda çok az nöbetçi tutulması boşuna değil, çünkü bu noktadan adayı işgal amacı taşıyan ciddi bir birlik çıkartılması olanaksız. Olağan koşullarda cerrahi bir vuruş için adaya çıkan küçük bir takımın da bu uçurumun üstesinden gelip adaya ulaşması beklenmez, ama Keith Mallory tam da bunun adamı, çünkü Mallory dünyaca ünlü bir dağcı.
Kitabın kurgusu da, Mallory’nin planı da, küçük bir takımın önce bu uçurumu tırmanarak adaya ulaşması, ardından Yunan kasabasında bulunan İngiliz dostu Yunanlarla değinti kurulması ve ardından adadaki kaleye sızılarak topların bombayla patlatılması planı üzerine kurulu. Elbette işler planlandığı gibi gitmiyor, bütün takım yakalanıyor ve sezdirmeden gerçekleştirilmesi istenen sızma hareketi adanın bütününü kapsayan ölümcül bir kovalamacaya dönüşüyor.
Kitap, yazıldığı dönemden ve türün o zamanki genel durumundan beklenecek bir tür hantallık taşıyor. Bugün gerilim romanlarının çok daha hızlı, çok daha akıcı, bazen daha sivri olmasını bekleriz, gerçi bu konuda bana karşı çıkabilecek kişiler de olabilir, ama MacLean, özellikle de savaşın bu denli ortasından çektiği bir kurguyu yer yer durma noktasına dek yavaşlatıyor. Sıkıcı ve okuması zor bir kitap değil bu, ancak ‘Batılı istihbarat ve savaş romanı’ dendiğinde aklınıza gelecek sürükleyici ve heyecan uyandırıcı atmosferi de taşımıyor.
Buna karşın, boş karakterlerin boş bir kurgu içinde yalnızca aksiyon olsun diye oradan oraya sürüklendiği bir kitap da değil. Öykü oldukça oturaklı bir öykü, karakterler de bununla bağlantılı olarak iyi geliştirilmiş karakterler. Bu eleştirilerimi, kitabın gerçekten de türün öncülerinden biri olduğunu akılda tutarak okumanızı rica ederim, çünkü ‘bugün olsa bunu beklerdik’ dediğim koşullara MacLean gibi yazarların yapıtları üzerinde yürüyerek ulaştı Batılı gerilim yazını.
Bir not olarak, MacLean kitap boyunca Türklere ve Türkiye’ye oldukça nesnel ve gerçekçi yaklaşmış diyebiliriz. Türkiye’nin diplomatik tutumu, coğrafi konumu ve hem Almanların hem de İngilizlerin Türkiye’yi tavlamaya çalışmaları, hiç da öncelikli bir konu olmayarak, diyaloglarda yer yer işlenmiş.
Beni özellikle etkileyen şey, adadaki kovalamaca sahneleri sırasında yer verilen silahların ve çatışma yöntemlerinin çeşitliliği oldu. Tüfekler ve tabancalarla donatılmış bir takımı yine tüfeklerle donatılmış Alman askerlerinin kovalamasını okumuyoruz yalnızca. İşin içinde keskin nişancılar, havan topları, uçak bombalamaları var. Denebilir ki aslında büyük savaşları öykülemek için yola çıkmamış bulunan MacLean, Navarone adasında bulunan askeri koşullar elverdiği ölçüde kullanılabilecek bütün savaş aygıtlarını kullanıyor. Ortaya da gerçek anlamıyla bir savaş romanı değilse de savaş içinde geliştirilmiş iyi bir gerilim çıkıyor. Bu anlamda, kitabın bütün bir savaşı öykülemek gibi bir amacı yoksa da, elimizde İkinci Dünya Savaşı’ndan canlı bir panoramik kesit kalıyor.
Kitabın temposundaki dengesizlik, öykünün bazı yerlerde çok özgüvenli, bazı yerlerde çok titrek davranması, bütüne bakıldığında gözardı edilebilecek sorunlar.
The Guns of Navarone, kusurlarına karşın, klasik olmanın hakkını veriyor. Neredeyse 70 yıl önce yazılmış ve İkinci Dünya Savaşı gerilim yazınının öncülüğünü yapmış bir kitap bugün, elbette bir ölçüde tarihsel değeriyle olsa da, içten bir merakla okunmayı hak ediyor ve türe düşkün bir okurun kaprislerini de önemli ölçüde kaldırabilecek nitelikte.
Okumalı mısınız?
Eğer gerilim türünün düşkünüyseniz ve tarihiyle ilgileniyorsanız, okumaktan mutlu olabilirsiniz. Eğer bir İkinci Dünya Savaşı gerilimi arıyorsanız ve kitabın eskiliği sizi çok da irkiltmeyecekse, yine okuyabilirsiniz. Eğer yüksek beklentileriniz varsa ve sizi bir kez yakalayınca bir daha bırakmayacak bir kitap arıyorsanız, ya da gerek yazınsal değeri, gerek tarihsel değeri dolayısıyla bir kitaba fazladan duygusal yatırım yapacak durumda değilseniz, The Guns of Navarone ve daha pek çok klasik gerilim yapıtının omuzlarında yükselmiş daha çağdaş bir kitap sizi daha çok mutlu eder.
-
Altı Üstü Kitap 1 Yaşında!
2022 yılının 9 Ocak günü yayın yaşamına başlayan Altı Üstü Kitap, önümüzdeki hafta birinci yaşını dolduruyor!
Altı Üstü Kitap, ilk olarak 2020 yılında bir podcast’le dinleyici karşısına çıkmıştı. 2022 yılının başından beri internet üzerinden yazılı olarak yayın yapıyoruz. Bir yıl boyunca kitap incelemeleri, araştırma dosyaları, özel listeler, söyleşiler ve kitap kulübü buluşmalarıyla okur, izleyici ve dinleyici karşısına çıktık.
Altı Üstü Kitap’ı bir yazınsal keşif girişimi olarak ele alıyor, bize heyecan veren şeyleri sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. Geçtiğimiz bir yılı kitaplarla ve bizimle geçirdiğiniz için çok teşekkür ederiz!
9 Ocak 2023, saat 21.00’de Instagram hesabımızda yapacağımız canlı yayında Altı Üstü Kitap ekibi olarak bir araya geleceğiz, geçirdiğimiz yılı masaya yatıracağız ve önümüzdeki yıl için hedeflerimizden, beklentilerimizden söz edeceğiz.
Görüşmek üzere!
-
Sıcak Kafa: Distopik Bir Öykünün Distopik Analizi
Umut Yıldız
Merhaba,
Sevgili Can Güçlü ve Altı Üstü Kitap girişimine sosyal medyada denk gelmemin hemen ardından kendilerine bir mesaj göndererek bu girişime dahil olmak istediğimi heyecanla ilettim. Sevgili Can, mesajıma çok kısa zamanda oldukça yüreklendirici bir şekilde geri döndü ve bana Altı Üstü Kitap girişiminin kapılarını açtı. Sağ olsun, var olsun. Kitap, içerik, çeviri kalitesi kadar okur kalitesinin de artmasını savunduğumdan, okur ile ilgili yapılmış her iyi işi takdirle karşılıyor ve desteklemeye gayret gösteriyorum. Bana verilen bu fırsatı da, en uç noktaları zorlayarak, biraz ütopik, biraz distopik şekilde, biraz da en iyi yaptığım iş olan okurluk ile birleştirerek sizlere farklı bir bakış açısı sağlamaya çalışarak değerlendirmek istiyorum.
İlk yazım, aslında bir kitap analizi olmalıydı, bense elime geçen bu fırsatı değerlendirerek konuyu bambaşka bir alana taşıdım ve yapay zeka tarafından yapılan bir kitap analizinin, okur tarafından analizini çıkarmaya çalıştım.
Son birkaç haftadır sosyal medyanın da gündeminde olan ChatGPT, OpenAI tarafından geliştirilmiş, yazılı bir metni anlamaya ve anlamını çıkararak cevaplar vermeye çalışan, Türkçe de dahil olmak üzere birçok farklı dilde sorular sorabileceğiniz ve ilginç cevaplar alabileceğiniz, hepsinden önemlisi de yeni şeyler öğrenebilen bir yapay zeka yazılımı temelli chat robotudur.
Ben de ilk yazımda, ChatGPT ile olan edebi temasımı sizlere aktarmak istiyorum.
ChatGPT ile sohbetimde kendisine ilk iki sorumu şöyle sordum.
Yapay zeka algoritmasının 3-4 saniye içerisinde, hem de Türkçe olarak cevap vermesi bu kadar şaşırtıcı iken, hızlıca verdiği cevapların anlamlı olması da beni ayrıca şaşırttı.
ChatGPT’ye sorularıma devam ettim.
Başta beklentiyi yüksek tuttuğum için sizleri heyecanlandırdım. Ama şimdi ChatGPT’nin yazar, kitap ve dizi ile ilgili verdiği cevaplar, sizleri bir miktar hayal kırıklığına uğrattı diye tahmin ediyorum. Aslında neden hayal kırıklığına uğramamamız gerektiğini, yine yapay zekaya sordum, cevabı yazımın son bölümünde.
Gelelim benim kitapla ve diziyle ilgili analizime. Netflix Türkiye tarafından geçtiğimiz haftalarda yayımlanmaya başlayan ve oldukça ilgi gören distopik ve bir o kadar da post apokaliptik Sıcak Kafa dizisini yazımın son bölümüne bırakarak, öncelikle 2016’da, dünya henüz büyük pandemi ile tanışmamışken, Afşin Kum tarafından yazılmış ve diziye ilham olmuş Sıcak Kafa kitabına değinmek istiyorum.
Sıcak Kafa, “dil yoluyla bilince bulaşan hastalık” gibi çok parlak bir bilimkurgu fikri ile doğmuş, çok iyi kurgulanmış, karakterleri hikayeye çok iyi oturtulmuş, günümüz medyasının yanıltıcılığı, felaketlerin iktidarın gücünü ve baskısını beslemesi gibi ülkemizde güncel konuları da barındıran, akıcı bir hikayeye sahip. Kitap editörünün absürd ve avantür hikaye yazarı Alper Canıgüz olması ise kitaba ayrı bir renk katıyor. Kitabın içerisinde hikaye akışında yer yer Alper Bey’in hikayeye dokunuşunun nüanslarını görebiliyorsunuz.
Dizi ise kitaptan daha başarılı olmuş bence. Oyuncu seçimleri, görüntü yönetmeninin marifetleri, hikayeyi daha da üst noktaya taşımış. Önce kitabı okumanızı, ardından diziyi izlemenizi önemle öneririm.
ChatGPT şu an için Afşin Kum’u, Sıcak Kafa kitabını ve dizisini tanımıyor. Bu beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı çünkü, işin aslında ilginç tarafı, yapay zeka altyapısı bunları öğrenebiliyor. ChatGPT, ben bu soruları kendisine yönelttikten sonra muhtemelen sorduğum sorular ile ilgili öğrenme aşamasına geçmiştir. Çok yakın bir zaman içerisinde de bu sorulara cevap verebileceğini düşünüyorum.
Sosyal medyada gördüklerimden yola çıkarak, ChatGPT’nin bir avukat gibi dava dilekçesi yazabilmesi, bir sosyal medya uzmanı gibi paylaşım içeriği oluşturabilmesi, bir stok fotoğrafçı için en önemli şey olan anahtar sözcükleri 3-4 saniye içerisinde belirleyebilmesi, bir dijital pazarlama uzmanı gibi SEO için gerekli bilgiyi sağlayabilmesi, yine sosyal medyada en uygun saatleri en uygun içeriği vererek yapılacak paylaşımı hazırlayabilmesi bizler için oldukça distopik görünse de hayata geçirildiğini görmek bizleri bir o kadar da heyecanlandırıyor. 2016’da yapay zeka ile oluşturulan bir romanın neredeyse ödül alacak olması, yazarların gelecekte işlerinin ne kadar zor olacağının göstergesi gibi. Yapay zeka ona söylediğiniz kelimeler ışığında resim yapmaya da başladı. Yapay zekanın böylesi bir hızla işlerimizi elimizden alabilecek gibi görünmesi, hem distopik, hem korkutucu hem de oldukça umut verici.
Felsefenin temel sorunsallarından olan logos’u; ki anlamı bana ve bazı modern felsefecilere göre heybemizde biriktirdiklerimiz, birikimlerimiz, yapay zekaya ve makinelere çoktan kaptırdık. Ethos, yani etik ise yapay zekanın çözebilmesi için uzun süredir üzerinde çalışılan bir konu ve bunu da makinelere bırakmak üzereyiz. Elimizde kalan şey ise pathos, yani duygularımız ve yaratıcılığımız.
Distopik bir roman hikayesine benzer şekilde, yakın gelecekte yapay zekaya karşı ayakta kalmak için bambaşka bir yaratıcılık gerekecek gibi görünüyor.
Bir sonraki yazımda, ChatGPT ile sohbetime, bu kez yapay zekanın en az hepimiz kadar tanıdığı, bildiği ve hakkında yorum yapabildiği bir yazarla ve onun öykülerinin yorumlarıyla, kaldığım yerden devam edeceğim.
-
2022’de Okuduğum En İyi Üç Kitap
Şule Tüzül
Seneler – Annie Ernaux
Yılın son aylarında Annie Ernaux’nun dört kitabını okuma şansım oldu. Seneler ise yılın son günlerinde elimdeydi ve bu yıl okuduğum en iyi kitaplar sıralamasında birinciliği alıverdi. Annie Ernaux, Nobel’i kesinlikle hak ediyor, hatta onun gibi bir yazarın alması harika, diğer yandan Nobel jürisinin Ernaux gibi bir yazara bu ödülü vermesi de şaşırtıcı. Okuduğum dört kitabında da, özellikle Seneler’de, eleştiri oklarını sakınmadan yolladığı Avrupa ve Amerika’nın kültür ve sanat insanları Nobel jürisini oluşturan sınıfı da kapsıyor çünkü. Oryantalist yaklaşımlarıyla dünyanın “öteki” halklarını anlatan yazarları pek seven Nobel jürisinin; oryantalist, kendi dışındaki halkları ötekileştiren yazar ve sanatçıları da eleştiren Ernaux’ya ödül vermesi gerçekten şaşırtıcı. Seneler, kolay bir metin değil. Alışıldık roman kalıplarının çok ötesinde. 1940’tan 2006 yılına kadar Ernaux’nun yaşamından fotoğraflar, günlükler, notlar üzerinden kurgulanan roman bireysel tarih ile toplumsal tarihi buluşturuyor. Sistemi, iktidarları, eril dünyayı, politikacıları, toplumu, aileyi sözünü sakınmadan eleştiren dili dünyanın her yerindeki işçi sınıfı insanlarının, kadınların, ezilenlerin, hakkı yenenlerin ve sesini duyuramayanların sözcülüğünü yapıyor. Her birimizin elinden alınan, sadece bize ait senelerin nasıl yok edildiğini ve o seneleri neden hatırlamamız gerektiğini müthiş bir dille anlatıyor Ernaux. Çok cesur: Mahremiyetin de iktidarların bir yaptırım aracı olduğu gerçeğinden yol çıkarak, hem kendi yaşamını tüm çıplaklığı ile ortaya koyuşuyla, hem de kendi dahil herkesi ve her şeyi acımasızca eleştirişiyle.
Başkalarının Tanrısı – Mine Söğüt
Mine Söğüt, kitapları ve yazılarıyla biricik yazarlarımdan biri. Bu yıl yayınlanan son romanı Başkalarının Tanrısı, yılın beni en çok heyecanlandıran kitaplarından biriydi. Bu romanını neden sevdim? Hem İstanbul’un sokaklarından doğan kurgusu hem de sokak insanlarından yarattığı kahramanlarla okurunu bambaşka bir dünyanın içine sürüklediği, alışkanlıklarımızı, kabullendiklerimizi, doğru bildiklerimizi, doğru diye öğretilenleri, inançlarımızı, bugüne kadar kurduğumuz tüm tanımları ters yüz ettiği için. Efsun Abla gibi efsane bir kahraman yarattığı için. Her kitabında olduğu gibi, burada da tekrar ve tekrar “Neden?” diye sordurduğu için. Edebiyat ve hayatın nasıl ayrılmaz bir bütün olduğunun, ancak birbirlerini besleyerek var olabileceklerinin, yalan ve gerçeğin ve yaşamı belirleyen tüm tanımların ancak bu birliktelikle anlamlarına kavuşabileceğinin altını bir kez daha çizdiği için. “Kim daha vahşi?” dediği için. En çok da her yönüyle insanın doğasını sorguladığı ve okurunu bununla yüzleştirdiği için.
Shuggie Bain – Douglas Stuart
İskoç asıllı Amerikalı yazar Douglas Stuart’ın çocukluğunu anlattığı ilk romanı Shuggie Bain, yılın beni en derinden sarsan, ismini her duyduğumda içimi tekrar tekrar sızlatan, edebi açıdan ise hayranlıkla anacağım bir kitap oldu. Shuggie Bain okurunu dönüştüren kitaplardan. Bu kitap nefretinizi, önyargılarınızı, kibrinizi, katı yanlarınızı törpülüyor ve yumuşatıyor. Kitabı okurken içinizde biriken olumsuzluklardan arınıyorsunuz. Çünkü kitabın kahramanı Shuggie size başka bir şans bırakmıyor. Bir çocuğun, başına gelen tüm kötülüklere, sevgisizliğe, şiddete rağmen içinden asla eksiltmediği, asla yitirmediği büyük bir sevgi ve umutla ayakta kalma mücadelesine hayran kalırken, her ne olursa olsun içindeki o sevgiyi ve umudu eksiltmek yerine çoğaltması, affediciliği, her ne olursa olsun karşısındakini anlama çabası karşısında değişmemeniz mümkün değil. Bu kitap Shuggie’nin büyüme hikâyesi olduğu kadar aynı zamanda annesi Agnes’in, bir kadının yaşama tutunma çabasının hazin hikâyesi. Bir yanıyla dünyanın tüm kadınlarının, işçi sınıfının ve yoksulluğun da hikâyesi. En temelde ise derin bir sevginin romanı bu, bu derin sevginin anlatımındaki olağanüstülük edebi bir eser olarak romanı doruğa ulaştırıyor. Kitabın beni etkileyen diğer bir yönü de yazarın doğa, hayvan hakları ve hayvan sömürüsü meselelerini de hiç göze sokmadan, alt metinlerde romanın hamuruna karıştırması oldu.
-
2022’de Okuduğum En İyi Üç Kitap
İlkin Şilan
Piranesi – Susanna Clarke
Piranesi bu yıl okuduğum ve en çok etkilendiğim kitap olabilir. Çok az karakter ve çok sınırlı ancak bir o kadar da uçsuz bir uzamla nasıl bu kadar soluksuz okunan bir kitap yazılabildiğini bilmiyorum ancak Piranesi’yi kesinlikle herkese öneriyorum. Kitap, adını İtalyan mimar Giovanni Battista Piranesi’den alıyor. Sonsuz odalı bir labirenti Öteki adını verdiği bir diğer adamla paylaşıyor. Bu labirent onun evi ve sürekli söylediği gibi “Evin güzelliği ölçüsüz, şefkati sonsuz”. Piranesi kitap boyunca hem evi hem de zihnini dolaşıyor. Okuru da kendisiyle birlikte bir yolculuğa çıkıyor. Kitaba dair detaylı incelememizi burada bulabilirsiniz!
My Body – Emily Ratajkowski
Emily Ratajkowski (daha çok bilinen ismiyle Emrata), Blurred Lines şarkısının müzik klibiyle modellik kariyeri yükselişe geçmiş, dünya çapında bir seks sembolüne dönüşmüş, çokça eleştirilmiş ve aynı oranda da takdir edilmiş bir model. Yazın dünyasına ilk önce yazdığı “Buying Myself Back” makalesiyle girdi ve bu makalenin getirdiği sesle birlikte kitabının önü açılmış oldu. Kitap aslında kişinin (özellikle halkın gözü önündeki genç bir kadının) vücuduna ve vücuduna dair herhangi bir esere ne kadar sahip olduğu tartışmasından yola çıkarak Emrata’nın çocukluğundan kariyerine evliliğinden anneliğine kadar birçok konuda düşüncelerine yer veriyor. Emrata oldukça dürüst, direkt ve yalın bir dille, yer yer öz eleştiriden de kaçınmadan gerçekten çok etkileyici denemelere imza atıyor. Düşüncelerinin sürekli değiştiğini ve bu kitabın hayatının bu evresindeki düşünceleri olduğunu belirtiyor. Kitabın Türkçe çevirisi de mevcut ancak ben orijinal dilinde okuduğum için çeviriye yorum yapamıyorum. Ancak, My Body’nin herkesin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Sorrow and Bliss – Meg Mason
Bu kitabın çok acil Türkçeye çevrilmesini istiyorum ki çevremdeki herkese birer kopya hediye edebileyim. Kitabı okurken bin bir çeşit duyguyu aynı anda hissettim. Kitabın ana kahramanı Martha’yla bu kadar özdeşleşip ona bu kadar öfkelenebilmem de kendimle ilgili çok şeyi ortaya çıkardı. Kitabı o kadar yavaş okudum ki! Hemen biteceği düşüncesi beni üzdüğü için kitabı sindirerek okumam gerektiğini biliyordum. Beni bu kadar kişisel bir noktadan yakalayabilen çok az kitap ve yazar oldu, ancak Meg Mason benim gözümde Sally Rooney derecesinde bir yazara dönüşecek gibi duruyor. Diğer kitaplarını da okumak için sabırsızlanıyorum.