Suç yazınının gücünü sergileyen ağır bir roman: All the Sinners Bleed

Can Güçlü

S. A. Cosby, Amerikan suç yazınının görece yeni adlarından biri. Çok kısa sürede büyük bir okur kitlesine ulaştı. Bunun nedeni bence çok yalın: Cosby sanki yazmıyor, dünyanın bütün şiddetini ve bütün güzelliklerini bir hamlede avuçlayıp bir kağıdın üzerine döküyor, sonra kağıdın üzerine biriktirdiklerini işleyerek ortaya bir metin çıkartıyor.

Son kitabı All The Sinners Bleed, yalnızca suç yazınının okuduğum en güçlü örneklerinden biri değil, aynı zamanda yaşamımda okuduğum en iyi kitaplardan biri. Büyüleyici bir yemek yediğimizde tat alma duygumuza, duyduğumuzda içinize işleyen bir müzik dinlediğimizde işitme duygumuza şükrederiz bazen. All The Sinners Bleed’i bitirdikten sonra bir sigara yaktım, bir süre duvarı izledim, sonra kendimi istemsizce okuryazar oluşuma şükrederken buldum.

Bizi çok etkileyen şeyler üzerine yazmak bazen deneyimimizi varsıllaştırır ve derinleştirir, zaman zaman da yüzeyselleştirir, çünkü anlatım becerimiz ne denli kapsamlı olursa olsun, bazı şeyler kişinin duygu dünyasında güzeldir. Bazı şeylerin dışa vurulduğunda değerini azaltan, sözcükler yoluyla hakkının verilememesi değil, doğrudan sözcüklere vurulmasıdır. Çok sevdiğimiz kitaplarla ilgili de geçerli bu. Bu nedenle bu inceleme de belirli bir yüzeyselliğe saplanma riski taşıyor, ama denemeye değer.

All The Sinners Bleed, Charon Kasabası’nın seçilmiş ilk siyahi şerifinin bir sabah acilen göreve çağrılmasıyla açılıyor. Kısa sürede anlıyoruz ki 17 yaşındaki siyahi bir genç, babasının av tüfeğiyle kasabadaki liseyi basmış ve herkesin çok sevdiği öğretmen Bay Spearman’ı kafasından vurarak öldürmüş. Ardından okulun kapısında şerifin yardımcıları tarafından vurulduğunu görüyoruz. Bu trajik olay bütün kasabayı derinden sarsıyor. Bizim neyse ki yabancı olduğumuz, ancak Amerikan toplumunun kanayan yarası olan okul katliamları sıradan bir suç romanında belki kurgunun ana düğüm noktası olabilir, ama All The Sinners Bleed’de bu olay kitabın yalnızca açılışını oluşturuyor. Kitap, her vagonu birbirinden daha ağır ve karanlık yükler taşıyan bir tren gibi okurun üzerine parça parça devriliyor.

Daha ilk birkaç sayfada anlıyoruz ki pek sevilen öğretmen Bay Spearman’ın öldürülmesi, kasabada uzun süredir küçük siyahi çocukların ve gençlerin törensel olarak öldürülmesiyle yakından değintili. Bu seri cinayetlerin nasıl işlendiği, kimleri hedef aldığı ve cinayetleri işleyenlerden kimin hala serbestçe dolaştığı soruları, kısa süre içinde Amerika’nın derin toplumsal çatlaklarıyla yakından ilintili büyük açmazlara yol açıyor. Kitabın ilk sayfalarında işlenen suçların sonuçlanması, şerif Titus Crown’ın işini bitirmiyor, aksine yeni başlatıyor.

All The Sinners Bleed, bir seri katilin aranması öyküsünü; Charon Kasabası’nın tüm toplumsal çatlakları, tüm ırksal çelişkileri, ana karakter Titus’ın ve kasabalıların tanrıyla ilişkileri, insanın ve toplumun en karanlık yüzleri gibi ipliklerden yararlanarak örüyor ve okuru bu örgünün içine alıp, sarıp sarmalıyor.

Can alıcı nokta şu ki, kitabın en büyüleyici yanı işlediği öykü değil, kurgusu değil, her biri birbirinden canlı karakterleri değil. Kitabın büyüsü, S. A. Cosby’nin inanılmaz güçlü kaleminde. Cosby kağıda dökülmesi çok güç şeyleri büyük bir içtenlikle yazıyor. Sözcüklerinde bu içtenliğini sezmemek olanaksız. Bunun hesaplı bir yazım gücü olmadığını, bu gücün öğrenilmiş bir beceriden çok saf ve ham bir yazınsal yetenekten ileri geldiğini sezmemek de çok güç. Bu nedenle Cosby’nin kitaplarının etkisi suç yazınının sınırlarının çok ötesine taşıyor. Çok güçlü, çok etkileyici yazınsal işlere dönüşüyor. All The Sinners Bleed’in de, tıpkı Razorblade Tears gibi, çok yetkin bir çevirmence Türkçeye kazandırılmasını yürekten dilerim.

All The Sinners Bleed suç yazınının ve yazınsal yaratımın gücünü herkese sergiliyor.

Okumalı mısınız?

Çok ağır, insana huzursuzluk verebilecek boyutları var All The Sinners Bleed’in. Sürükleyici, ancak insanın içine oturabilecek bir roman. Bunu aşabilecek herkesin okumasını dilerim. 

Blog at WordPress.com.