Şule Tüzül
İnsan ya da hayvan yahut da bir ağaç, hatta bir böcek, onu öldürmek, canını almak için haklı nedenlerimiz olabilir mi? Soruyu sadece insan için sorsam, çok büyük bir çoğunluk hiç düşünmeden, daha soruyu sorduğum anda yanıtlayacak, bir insanın canını almanın hiçbir haklı gerekçesi olamayacağını söyleyeceklerdir. Ama eminim ilk soruyu hepiniz şöyle bir düşündünüz. Çünkü hayvan, ağaç, hele de bir böcek öldürmenin haklı gerekçeleri olabilir, o çok büyük çoğunluk için… O çoğunluk neden böyle düşünür?
Çağdaş Polonya edebiyatının önemli isimlerinden, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Olga Tokarczuk’un Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde isimli romanı, okurunu doğa ve insan ilişkisinin karanlık ve adaletsiz yönleri üzerinden birçok soruyla baş başa bırakıyor, asla düşünmek istemediğimiz gerçeklerle yüz yüze getiriyor. Hiç aklımıza gelmeyen meseleleri kafamızda mesele haline getirmeyi başarıyor. Romanı doğanın korunması ve hayvan hakları kavramlarıyla sınırlamak büyük haksızlık olur. Olga Tokarczuk, yaşam, insan ve doğa üçlüsünü geniş kapsamlı etik ve felsefi bir sorgulamanın merkezine yerleştiriyor, her yönüyle politik bir romana imza atıyor. Bu romanıyla ayrıca, ekofeminist edebiyatın önemli isimlerinden biri olmayı hak ediyor. Olga Tokarczuk, Polonya Yeşiller Partisi üyesi, aktivist ve feminist bir yazar. Koşucular romanıyla da 2018 Man Booker ödülünü kazanmış.
Romanın ana hikâyesi Polonya kırsalında ufak bir köyde gerçekleşen cinayetlerin faillerini bulmak üzerinden ilerliyor. Ana kahramanımız Janina yaşlı ve yalnız bir kadın. Janina aynı zamanda ‘ben’ anlatıcımız, onun ağzından dinliyoruz tüm hikâyeyi. Yazları köydeki zenginlerin yazlık evlerine göz kulak olarak birkaç kuruş kazanıyor. Kışları da köyün okulunda misafir öğretmen olarak İngilizce dersleri veriyor, birkaç kuruş da böyle kazanıyor. Janina bu köye gelmeden önce köprüler yapan bir mühendismiş. Doğada, insanlardan uzakta yaşamaktan memnun. Ama insanlar da keşke doğayı rahat bıraksa. Avcılık köy ahalisinin önemli aktivitelerinden biri. Yazları köye gelen zenginlerin bir kısmı da avcılık yapıyor. Janina bu nedenle kalan ömrünü huzur içinde geçirmek yerine, ormanda karşılaştığı öldürülmüş hayvanlara ya da kalıntılarına üzülerek geçirmek durumunda kalıyor. Tüm bunların üstüne cinayetler de eklenince ne Janina’nın ne de köyün pek huzuru kalıyor. Janina roman boyunca sürekli sorguluyor: Av adı altında bir hayvanı öldürmek cinayet değilken, bir insanı öldürmek neden cinayet olarak tanımlanıyor? Hele o avlanmakla “kaçak avlanmak” arasındaki fark saçmalığı da ne, ikisi de cinayet değil mi aslında?
“Keder, büyük keder duymuştum, her ölü Hayvan için bitmeyecek bir yas duygusu. Biri bitiyor öteki başlıyor, bu yüzden hep yastayım. Durumum bu.”
“Vitrininde, büyük kırmızı kesilmiş gövde yığınlarının asılı olduğu bir dükkânın önünden geçerken hiç bunun gerçekten ne olduğunu düşünmek için duruyor musunuz? Bu konuda hiç düşünmüyorsunuz, değil mi? Veya bir kebap ya da köfte sipariş ettiğinizde -aslında ne alıyorsunuz? Bunda kötü bir şey yok. Suç normal, günlük aktivite olarak kabul ediliyor. Herkes suç işliyor. Toplama kampları normal olsaydı, dünya işte tam böyle görünürdü. Kimse onları yanlış bulmazdı.”
Janina her yönüyle sıra dışı bir kadın. Doğada yaşamak, şehir hayatının ve medeniyet denen şeyin dönüştürdüğü insanın saçmalıklarını görmesini sağlıyor. İsim ve soy isimleri anlamsız buluyor, çünkü bir insanın karakteriyle bir isim edinebileceğini düşünüyor. Bu nedenle Janina’yı kullanmayı sevmiyor, köyde tanıdığı herkese isim takıyor ve bu isimlerle hitap ediyor onlara. Ve hayvanlara da. Gazete okumuyor. “Gazeteler, duygularımızı gerçekten bizim için önemli olan şeylerden saptırıyorlar ve bizi sürekli bir tedirginlik halinde tutmaya çalışıyorlar. Neden onların gücüne teslim olayım ve bize ne düşünmemiz gerektiğini söylemelerine izin vereyim?” diyor. Haklı değil mi? Tüm medya araçları bize bunu yapmıyor mu?
Ölümün bir temizlik olduğunu düşünüyor Janina, dezenfektan gibi, hele de kötü insanların, insanlara ve hayvanlara kötülük yapanların ölümlerinin. Normal ve alışıldık sınırların biraz dışına çıktınız mı kaçık ya da deli olarak yaftalanmanız kaçınılmaz. Köylüler de bir parça kaçık olarak görüyorlar Janina’yı. Yine de Janina’yı seven dostları var. İşte Janina ve dostlarıyla bir “katil kim?” macerasına konuk oluyoruz biz de. Janina’ya göre katil hayvanlar, öç alıyorlar insanlardan. Bu düşüncesini de polis dahil herkese anlatıyor Janina, böylece deli olduğu iyice tescilleniyor köy ahalisi tarafından.
Küçük bir köyde, avcılara savaş açmış bir kocakarının ağzından anlatılan bir romanın dili nasıl olur? Muhteşem olur. Zaman zaman sertleşse de aslında son derece yumuşak, sade, derdini anlatmak için çırpınıp duran tatlı mı tatlı yaşlı bir kadını dinliyoruz sonuçta. Biraz masalsı olan bu dil aynı zamanda çok eğlenceli, asıl gücünü ise ironiden alıyor. Janina müthiş esprili bir kadın. Alıntılardaki büyük harfleri yanlış yazdığımı düşünmeyin, Olga Tokarczuk dilbilgisi kurallarını tamamen kendi isteği doğrultusunda biçimlendiriyor ve kullanıyor. Örneğin Kuş, Domuz, Geyik gibi hayvan türü isimlerinin baş harfleri roman boyunca büyük harfle yazılıyor. Bu aşamada hemen kitabın çevirmeni Neşe Taluy Yüce’ye tebrik ve teşekkürlerimizi yollayalım, bu harika kitabı okumamızı sağladığı için. Biz çevirmenlerin kıymetini bilen bir ülke değiliz (kimin kıymetini biliyoruz ki!) ama Polonya sağ olsun, Yüce 2006 ve 2016 yıllarında Leh dilindeki çevirilerinde gösterdiği başarı nedeniyle Polonya’dan iki ayrı ödül almış.
Janina roman boyunca doğadaki uyumun ve dengenin muhteşemliğine dair pek çok hikâye anlatıyor bize. Bu hikâyelerle insanları ve insanların yaşamını karşılaştırıyor. Doğayı dinlesek ve anlamaya çalışsak çok daha güzel bir dünyada yaşayabilme ihtimalini anlatıyor. Bir bakıyorsunuz ardıç kuşlarını anlatıyor, her zaman sürü halinde dolaştıklarını, yırtıcı kuşlara karşı bu şekilde kendilerini nasıl savunduklarını hikâyelerle aktarırken ‘birlikten kuvvet doğar’a hayvanlar dünyasından örnekler veriyor. Sonra uzun uzun saksağanların nasıl banyo yaptıklarını, yuva kurduklarını, zekâ ve arsızlıklarını anlatıyor. Eğer dünyayı doğa üzerinden okuyabilirsek dünyanın ne kadar büyük ve hayat dolu olduğunu görüyoruz Janina ile birlikte.
“Doğanın bakış açısına göre, hiçbir yaratık yararlı ya da yararsız değildir. Bu insanlar tarafından yapılan aptalca bir ayrımcılıktır.”
Janina edebiyatla da ilgileniyor. William Blake en sevdiği şair ve onun şiirlerini Lehçe’ye çevirmek gibi bir işi de var. Olga Tokarczuk da Blake hayranı, bu nedenle bölümlerden oluşan romanın her bölümü Blake’ten bir alıntı ile başlıyor ki bu alıntılar o bölümde geçen olaylarla ilişkili oluyor. Kitap da ismini Blake’in Cennet ve Cehennemin Evliliği şiirindeki bir dizeden alıyor.
Janina’yı dostları da eleştiriyor zaman zaman alışılmadık davranışları için. Kendini Blake’in dizeleri ile avutuyor o da: “Muhalefet gerçek dostluktur.” Roman ilerledikçe dostluğa, insanlar arası ilişkilere dair pek çok şey öğreniyoruz Janina’dan. Janina, insan ruhunun, gerçeğin görülmesine karşı bizi korumak üzere evrimleştiğine inanıyor. Ben de aynı fikirdeyim. İnsanı hayvandan ayıran en önemli şeyin de bu olduğunu ve insan dünyasındaki korkunç adaletsizliğin nedeninin bu düşünüyorum.
“Ruh bizim savunma sistemimizdir -etrafımızda olup biteni asla anlamamamızı sağlar. Beynimiz çok yetenekli olsa da onun temel görevi bilgileri süzmektir. Bilginin ağırlığını taşımak imkânsızdır. Zira dünyanın en küçük parçası bile ıstıraptan yapılmıştır.”
Roman tam da benlik bir roman, içimdekilere tercüman olmuş ve bunları harika biçimde dile getirmiş bir roman. Ama küçük bir eleştirim olacak. Romanda geçen cinayetlerin mağdurları avcılar. Janina katillerin hayvanlar olduğunu, hayvanların öç aldığını ve doğrudan söylemese de bunda haklı oldukları izlenimini veriyor. Şunu hiç unutmamak gerek; bugün dünyada işlenen suçları, failleri idam ederek ya da farklı şekillerde cezalandırarak yok etmemiz mümkün değil. Evet caydırıcı cezalar olmalı ama ölüm cezası asla. Suçu tek bir şekilde yok edebiliriz: o suçu yaratan koşulları yok ederek. Bir avcı anasının karnından avcı doğmuyor. Dünyanın canına okuyan hayvansal gıda sektörü kendiliğinden ortaya çıkmadı. Katiller bir zamanlar masum bebeklerdi. Yazının en başındaki soruya hepimizin cevabı hayır olmalı: hiçbir canlının canını almak için haklı bir gerekçe olamaz. Romanda bu cümlenin altı daha net çizilmeliydi diye düşünüyorum.
Roman 2017’de İz (Pokot) ismiyle sinemaya da uyarlandı. İzlemenizi tavsiye ederim.
Okumalı mısınız?
Elbette ve kesinlikle okumalısınız. Öncelikle Olga Tokarczuk, milyonlarca insanın hiç düşünmediği konuları masaya yatırıyor. Ve bunu edebiyat aracılığıyla yapıyor. Konuya ilgisi olanlar zaten okuyacaklardır. Ama Janina’nın yaşadığı köydeki insanlar gibi Janina’ya bir kaçık gözüyle bakan, av ve avcılıkla, hayvanların öldürülmesiyle sorunu olmayan insanların da okumasını isterim. Merak etmeyin bir kitapla hayatınız değişmez, kendinizi kötü hissettirecek bir roman da değil bu, aksine çok eğlenceli. Sonuçta harika bir edebiyat eseri okuyorsunuz. Hem de Nobel almış bir yazardan. Doğa ve insan arasındaki ilişkiyi, uyum ve uyumsuzluğu, çelişkileri, karanlık yönleri irdeleyen bir roman okuyorsunuz. Akıl ya da öğüt vermiyor. Soruyor sadece. Cevap da vermiyor. Hem ne demiş Blake: “Muhalefet gerçek dostluktur.”