Yan karakter olmaktan mustariplerin kitabı: Mahcubiyet ve Haysiyet

Özge İpek Esen

Ellili yaşlardaki bir lise edebiyat öğretmeni olan Elias Rukla yıllardır yaptığı gibi Henrik Ibsen’in bir metnini çözümlediği derslerinden birini verirken öğrencilerinin tepkisizliği, sıkılmışlığı ve dersin onlar üzerinde hiçbir etki yaratmaması, onda bir şeylerin yolunda olmadığı hissini uyandırır. Bu his sağanak yağmurda şemsiyenin açılmamasıyla onu bir öfke krizine sürükler. Bahçede duran bir öğrenciye küfrederek şemsiyeyi ve belki de onun sembolize ettiği şeyi, yani emniyetli olanı bir kenara bırakıp yağmurun altında geçmişe doğru bir yürüyüşe çıkar. Yükseköğrenim yıllarında da adımladığı sokaklardan geçerken hayatının ilk önemli rolünü anımsar. Olağanüstü zeki felsefe doktora öğrencisi Johann Corneliussen’in hayatına konukluğunu, ardından onun eski karısı olan Eva Linde ve kızı Camilla’nın kendisine cansimidi oluşunu Dag Solstad’ın kaleminden okumaya başlarız. Ve en sonunda okuldaki küçük krizin ve bu ıslak yürüyüşün artık Elias için bazı kapıların kapanması demek olduğunu anlarız.

Okuru sevk ettiği düşünceleri göz önüne alınca hiç de “hafif” olmayan bir ince kitap Mahcubiyet ve Haysiyet. Bir hafta sonu için çok ideal olduğunu ancak kafa dağıtmaktan ziyade düşünsel bir efor gerektirdiğini de belirteyim. Öyle olduğu içindir ki bu yazıyı yazmaktan kendimi alamadım.

Dışarıdan bakınca belki de Elias’ın yaşadığı o günde hepi topu bir saatlik bir kesite tanık oluyoruz. Fakat yürüyüş boyunca Elias’ın anılarına daldıkça, bireysel kesitler önümüze birtakım toplumsal olguları seriyor. Johann Corneliussen ile olan arkadaşlığına dair anılardan anlıyoruz ki Elias, o muhteşem öğrencinin dostluğu ile yetinen bir yan karakterdir. Tıpkı çiftli danslarda olduğu gibi Johann Corneliussen’in adımlarına eşlik etmeye çalışır. Sohbetlerinde âdeta Johann’ın fikirlerini sunduğu, denediği bir deneme tahtası gibidir. Yan karakter olarak Elias, dümdüz, pürüzsüz ve şaşırtmacasız bir hayat çizgisini takip ederken Johann bunun zıttı bir yönde ilerler. Tam da bir başrolden beklendiği gibi -her ne kadar kitapta Johann’ın yaşam yolculuğunun bambaşka olacağına dair yaygın bir kanı paylaşılsa da- Johann yine kendisi gibi olağanüstülüklere malik Eva Linde ve kızı Camilla’yı Oslo’da bırakıp Amerika’ya kaçar ve yeni bir hayata başlar. Bu kaçış Eva Linde ve Camilla’nın Elias’ın yaşamına girmesine sebep olur. Elias yeni düzeninde de Eva Linde’nin yan karakteri olarak yaşamına devam eder.

Elias’ın Eva Linde’yle olan ilişkisi de aynı düzlük, pürüzsüzlük ve sabitliktedir. Bir gün Eva Linde, mutfağı yenilemek istediğini söyleyince Elias ekonomik şartlarının buna yeterli olmadığı karşılığını verir. Ardından Eva Linde, “Allah’ın cezası cimri herif” sözleriyle kızgınlığını ifade eder. Ancak bu kızgınlık çok kısa bir andır. Hemen sonra öfkesi geçer ve son derece anlayışlı haline döner. Tam burada insanın duygularını bastırıp, onları görmezden gelme yapmacıklığına varacak kadar saygılı ve anlayışlı davranma aşırılığına Dag Solstad şu sözlerle dikkat çeker: “Bu durum Elias Rukla’yı endişelendirdi. Eva’nın ona nefret dolu gözlerle bakmasından ziyade, sonra birdenbire uysallaşması yani.”

Kitabın sonlarına doğru bu uyumluluk, anlayışlılık halindeki yapmacıklığı düşünmeye ve demokratik olmak adına solup giden birtakım duygulara odaklanıyor yazar. “En son ne zaman biriyle sohbet ettin? Biri yılı geçmiştir herhalde, diye düşündü.” sözleriyle bugün hemen herkesin yakındığı bu sorunu bambaşka bir yerden ele alıyor. Genelde sık dillendirdiğimiz gibi teknolojiden, karşıdakini dinlememekten kaynaklanan diyalog kuramama halinin Elias için temel sebebi ise bambaşka. Demokratik sınırlara riayet etme uğruna insanlarda gelişen kayıtsızlığın ve kabullenme halinin bu diyalogsuzluğu doğurduğunu düşünüyor ve bunu da şu sözlerle ifade ediyor:

“Sana anlamlı gelecek bir şey bulabilmek için ticari çıkarlardan oluşmuş bir kümenin arasından seçip ayıklaman gerekiyor, diye ekledi. İnsanı konuşmaktan alıkoyar bu. Bu kümeye de demokrasi adını veriyorlar. Evet, ben buna küme diyorum, böyle deyince de halkı aşağıladığımı iddia ediyorlar, diye öfkeyle geçirdi aklından. Belki de haklılar, belki de ben artık gerçekten demokrasiye inanmıyorum.”

Okumalı mısınız?

Anlamı çarpan etkisiyle çoğalan bir metin yazmış Dag Solstad. Toplum ve birey arasındaki gerilime ve ilişkilere dair okumalardan hoşlananların ve yan karakter olmaktan mustariplerin okumak isteyebileceği bir kitap.

Blog at WordPress.com.