Dönemler arasına sıkışmış bir öykü: Avenger

Can Güçlü

Bazı yazarların ününü biliriz, adını duymuşuzdur, sevildiklerinin de ayırdındayızdır, ama kitaplarını hiç okumamışızdır. Bazıları kendince bir biçeme sahip, yazınsal üretimi kendi kitaplarının sınırlarını aşan yazarlardır, bunların yazdıklarıyla karşılaşmak için her zaman kitaplarını okumak gerekmez, alıntılarla, pasajlarla bu kişilerin tarzına ilişkin bir fikir edinebiliriz. Bu fikirler çoğu kez gerçeği yansıtmaz ve bizi yanıltır, orası ayrı.

Gelgelelim hem ünlü, hem kendi türü içinde adı sıklıkla söylenen, hem anıtlaşmış adların bazılarının kendilerine özgü bir biçemi, tümcelerinde görünce tanınacak bir kişisel tını, örneğin artık kendileriyle bütünleşmiş karakterleri yoktur, dolayısıyla bu kişilerle ilgili dışarıdan bir fikir edinmek daha zordur.

Somutlaştırmama izin verin: Örneğin, adını burada sıklıkla andığım Lee Child parmak basmak istediğim noktanın iyi bir örneğidir. Eğer Batılı gerilim yazınını takip ediyorsanız, Lee Child’ın tarzıyla ilgili, kitaplarını okumasanız da, bir şeyler duymuşsunuzdur. Kendine özgü bir biçemi vardır, kısa ve sivridilli tümcelerle yazar. Bir paragraf aslında iki tümceden oluşabilecekken kısa ve vurucu olması için dört tümceye bölünüyorsa bu Lee Child’ın kendine özgü biçeminin bir yansımasıdır. Yazım tarzına yabancıysanız, karakteri Jack Reacher’ı tanırsınız.

Bizden bir örnek vereyim, Sabahattin Ali okumamışsanız bile, tarzı ve biçemiyle ilgili kafanızda bir fikir vardır. Öyküleriyle ilgili kulağınıza bir şey çalınmıştır. Hatta, gerçeği yansıtsın yansıtmasın, toplumun Sabahattin Ali’den beklediği biçemi ve tarzı taklit ederek, Sabahattin Ali’nin yaşamında söylemediği ve yüzüne söyleseniz de hoşnut kalmayacağı şeyleri milyonlarca insanın önüne düşürüp gerçekmiş gibi paylaştırabilir, böylece toplumsal olarak yazınımızla kopukluğumuzun acıklı ve gülünç biçimde ortaya çıkmasına istemsizce neden olabilirsiniz.

Bunlar, okumasak da kafamızda bir yeri olan yazarlara örnekler. Bazen de, bazı yazarların bütün ününe karşın, neyle karşılaşacağımızı bilemez ve o yazarla bağ kurmakta zorlanırız. Tarzı bize yabancıdır, öyküleri yabancıdır, tür bakımından tam seveceğimiz yazar gözüyle baksak da emin olamayız. 

Frederick Forsyth benim için tam olarak böyle bir yazardı. Adı, gerilim ve casusluk türlerinin anıt adlarından biri. 1970’lerde yayınlanan Çakalın Günü, çağdaş gerilimin kurucu metinleri arasında sayılıyor. Ülke sınırlarını aşan sansasyonel öyküler işlemekle ünlenmiş. Ancak ben, Çakalın Günü dışında 2-3 kitabını raflarda görmek dışında kendisine hiç aşina değildim. Ne bekleyeceğimi bilmiyordum, okuduğumda sevip sevmeyeceğimi bilmiyordum.

En sonunda, son aylarda pek az bulabildiğim boşluklardan birinden yararlanıp, 2003’te çıkan kitabı Avenger’ı okudum (Türkçesi İntikam Gönüllüsü, Altın Kitaplar 2011’de yayınlamış). Ve bir kez de okumuş halimle belirtebilirim ki, Frederick Forsyth’la ilgili ne düşündüğümü hala tam olarak bilmiyorum.

Biraz varsayımsal konuşmaya hakkım varsa, Avenger, dönemler arasında kalmış bir kitap.

11 Eylül 2001 saldırısının ardından Batılı gerilimleri bir İslamcı terörizm kasırgasının aldığını düşünürsek; Avenger hem öyküsünün geçtiği dönem, hem de yazımına başlanan evreler bakımından bunun öncesinde kalıyor. Ancak, bir Soğuk Savaş dönemi gerilim yazarı olarak Forsyth’ın alıştığı çift kutuplu dünya döneminden de sonraya denk geliyor. Oysa yayınlandığı dünya 11 Eylül sonrası dünya ve gerilim romanlarından beklentiler de değişmiş. Dolayısıyla bu kitapta kötü adamlar kimler olacak, kitabın ana sorunsalı ne olacak, konu ne olacak gibi noktalarda şaşırtıcı bir karışıklık var. Bana öyle geldi ki kervan yolda düzülmüş ve ya Forsyth başka niyetlerle başladığı kitabı başka bir yere çekmiş, ya da yazmakta olduğu kitabı değişen dünyanın beklentilerine uyarlamaya çalışmış.

Kitabın ilk yarısında, yeni karakter üzerine yeni karakterle, yan öykü üzerine yan öyküyle karşılaşıyoruz. Kitabın, bağlantılı öyküler ve izlekler bakımından bir roman biçimini alması yarısını buluyor. O ana dek o denli çok alt öykü ve yan karakter görüyoruz ve bunların öyküleri kendi içlerine öyle kapanmış ki, tek bir kurgu değil de bir kesitler bütünü okur gibiyiz.

Forsyth temel sorunsalını Bosna Savaşı’nda bulmuş. Aslında kitabın kötü adamları da, kurgunun temel iteneği de Bosna’yla bağlantılı, çünkü 1990’ların belirleyici çatışmalarından biri bu. Ancak tümüyle Bosna’yla ilgili bir kurgu işlemek yerine, dönüşen dünyanın beklentilerini karşılamak adına olacak, işin içine bir İslamcı terörizmi ve Pentagon entrikaları zinciri giriyor. Kurgu dağınık, öykü kendi değerini kendi içinde açıklamaktan yoksun. Bazı yan öyküler ilgi çekici, ama kitabın ana kurgusu bunların çok gerisinde.

Forsyth’ın karakterleri ve dili de ününden beklenmeyecek ölçüde yavan. Kurgunun dağınıklığından dil de etkilenmiş. Okuyucuyu yakalayacak, gerilim türünün temel duygusu olan önemli bir şey okuma ve heyecanlanma duygusunu sağlayacak pek az kesit var. Karakterler de yer yer ilgi çekici olmalarına karşın geniş çerçeve içinde pek bir alan doldurmuyor. Bu nedenlerle de, büyük bir akıcılıkla okunması gereken kitabı takip edebilmek güçleşiyor. Buna diyaloğun sıradanlığını ve vurucu sahnelerin azlığını eklersek, elimizde genel anlamıyla yavan bir kitap kalıyor.

Tabii, yazının başında söylediklerime dönecek olursam, Forsyth gibi yazarlar özelinde, özellikle bu türün düşkünüyseniz, okur için bir beklenti yönetme sorunu var. Benzer bir durum başka türler içinde başka yazarlarla ilgili de geçerli. Belki de Forsyth’tan büyük beklentiler içindeydim, belki de Avenger başlangıç için iyi bir Forsyth kitabı değil. Belki de ben ters bir açıdan yaklaşıyorum ve birileri kitapla çok daha derin bağlantı kurup daha çok keyif alabilir. Ama bana dönemler ve yaklaşımlar arasına sıkışmış ve tatsız bir kitap gibi geldi. İnceleme boyunca türlü noktalara yüzeysel de olsa değinmem bundan, kitabı yerip bırakmak anlamlı değil, ne açılardan ve ne nedenlerle havada kaldığını temellendirmek istedim. Özetle diyebilirim ki, iyi ve çarpıcı öykü, var oluş gerekçesini kendi içinde hem yazara hem okura duyumsatır. Bu kitap yazara duyumsattı mı bilmiyorum ama, bana bir okur olarak duyumsatmanın yakınından geçemedi.

Okumalı mısınız?

Sıkı bir Forsyth okuruysanız ya da kitabın konusu ilginizi çok çektiyse denemekten zarar gelmez. Ama okuyacak güzel bir şey arıyor olsanız ve benden üç öneri isteseniz biri bu kitap olmazdı olasılıkla.

Blog at WordPress.com.

Altı Üstü Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et