Kadınlara hikayelerini geri vermenin zamanı geldi: Pandora’nın Küpü

İlkin Şilan

Tüm halkların mitlerinde kadınların yeri çok büyük ancak nadiren bu hikayelerde kadınların anlatıları doğru ve adil. Çoğunlukla kadınlar etkisiz eleman veya bir başkasının sonucuna ulaşmasında bir araç oluyor. Eğer kadınlar kendi hikayelerinde kahraman olabilirlerse bu sefer de bir nefret objesine dönüşmekten kendilerini kurtaramıyorlar. Peki tarih boyunca çoğunlukla erkeklerin yazdığı, erkeklerin oynadığı (Yunan tragedyalarında kadın karakterleri erkekler oynardı) ve olayı erkek seyircilere anlattığı bu kadınlar neden yine aynı erkeklere asla yaranamadı? Bu milyon dolarlık sorunun cevabı sadece o bilindik kadın düşmanlığında mı saklı?

Natalie Haynes, Pandora’nın Küpü adlı kitabında Yunan mitolojisindeki birçok kadın karakterin hikayesinin peşine düşüyor ve belki de binlerce yıldır sormamız gereken iki soruyu okura yöneltiyor: Bu hikayeler zaman içinde nasıl evrildi? Bu hikayeleri, adı geçen kadın karakterler açısından ele almak mümkün mü?

Son dönemde mitolojideki kadın karakterlerin hikayeleri yeniden ele alınmaya başladı. Briseis’in bakış açısından Truva Savaşı’nın ve savaştaki köle kadınların anlatıldığı Kızların Suskunluğu, Kirke’nin hikayesini kendi ağzından dinlediğimiz Ben, Kirke gibi eserler edebiyat dünyasında büyük ses getirdi. Popüler kültürde de birçok platformda bu hikayeler yeniden tartışıldı. Perseus’un kesilmiş kafasını elinde tutan Medusa imgesi, bilinen hikayeyi tersine çevirirken “İntikam değil sadece eşitlik istediğimiz için şükredin.” cümlesiyle birlikte binlerce kez paylaşıldı. Kadınlar, mitolojideki atalarının haklarını aramaya başlamış olabilir ancak Haynes’in yaptığı gibi bu hikayelerin temeline inmenin, evrimlerini takip etmenin ve mesajlarını anlamanın toplumsal açıdan kritik önemi olduğu aşikar.

Haynes bu kitabında merceğine 10 kadını alıyor. Adı geçtiği ilk zamanlarda bir kutusu bulunmadığı halde hep bir kutuyla anılan Pandora, tarihin en ünlü annelerinden Oidipus’un annesi ve aynı zamanda eşi İokaste, “neşe kaynağı ve kıyım sebebi” Helene, yüzlerce yıl canavar olarak yaftalanan Medusa, sürekli ilginç teorilerin odağındaki Amazon kadını, yıkıcı ve kinci kadınların anası Klytaimnestra, başkaları yüzünden iki kez ölen Eurydike, yalancı aşık Phaidra, kendi çocuklarının katili Medeia ve iyi bir eş olmanın kitabını yazan Penelopia.

Bu kadınlar tanrıların planlarından, erkeklerin kendini gerçekleştirmeleri için yazdığı kaderlerden, bir obje gibi konumlandırılıp sonra konumları sebebiyle yargılanmaktan mustarip olmalarının yanı sıra hikayelerinin evrimleri sırasında güçlerinden ve seslerinden de arındırılıyorlar. Haynes, genelde pek bahsedilmeyen, Truva yıkıldıktan sonra Helene’nin savunmasını içeren eserlerden kesitleri anlatırken bu noktaya parmak basıyor. Helene eşiyle yeniden bir araya geldiğinde oldukça etkileyici bir savunma konuşması yapıyor. Kendisinin tanrıların güzellik yarışmasında bir ödül olarak Paris’e sunulduğunu hatırlatıyor. Afrodit’e karşı koymanın, onunla inatlaşmanın pek de akıllıca olmadığını söylüyor. Hatta Menalaos’un, Paris’in Afrodit’i seçip, sadece karısından olmasına sebep olmasına ve Hera’yı seçmemiş olmasına şükretmesi gerektiğini dahi söyleyebiliriz. Eğer Paris Hera’yı seçseydi kendisi krallığından olacaktı, çünkü Haynes’in de belirttiği gibi Hera Paris’e tüm Asya ve Avrupa hakimiyetinin sözünü vermişti.

Hikaye boyunca eşlerini, çocuklarını kaybeden ve ömürlerini savaş ganimeti olarak geçirecek Truvalı kadınların Helen’e olan öfkesi yine bir nebze anlamlandırılabilirken erkeklerin Helen’e duyduğu öfkenin mantıksızlığı acı verecek derecede göze batıyor. Sürekli tanrıların boyunduruğunda yaşayan, savaşmak ve hükmetmek için onların ağzının içine bakan, tanrıların kurallarına uymamanın bedelini herkesten iyi bilen erkeklerin dünyasında yine de Helen’in değil aklanma biraz da olsa anlaşılma şansı bulunmuyor.

Aynı kaderi Pandora da paylaşıyor, Pandora tanrılar tarafından insanlığın ateşe sahip olmasına karşı duyulan bir öfkeyle yaratılmış ve “bela yaratmak” için hazırlanmış bir plan. Zeus’un emri ile tamamen bir amaçla hazırlanan bir canlıdan söz ediyoruz. Epimetheus tanrılardan gelen herhangi bir hediyeyi kabul edilmemesi için uyarıldığı halde bu uyarıyı dinlemiyor ve Pandora’yı kabul ediyor. Ancak ne Zeus ne de Epimetheus Pandora kadar suçlanıyor bu hikayede.

Kaderini kendi seçemeyen kadınların durumu belli ancak kendisi seçebilenlerin durumu da diğerlerinden pek farklı değil. Bazı hikayelerde iki ama sıklıkla bilinen versiyonunda bir evladı (İphigenia) Agamemnon yüzünden katledilen Klytaimnestra’nın intikam için Agamemnon’u öldürmesi çok uzun zaman kindar ve vahşi kadınların erkeklere ihaneti olarak örneklendirilmiş. Oysa Agamemnon Apollon’un tapınağında, tapınak rahibesine tecavüz ederken Apollon’un bu duruma baya sinirleneceğini bilecek kadar konu ile içli dışlı bir kral. Kendi kızının boynu kesilerek kurban edilmesine sebep olduğu gibi bu konuda pek yıkıldığı da söylenemez. Klytaimnestra ise eşinin başka bir kadına tecavüz ettiği, sonrasında onu ganimeti olarak saraya getirdiği ve kızının da bu günahın bedeli olarak kurban edildiği bilgisiyle yeterince itaatkar davranmadığı için yazarlarca satır aralarında lanetleniyor. Haynes bu öfkenin sebebinin Klytaimnestra’nın Agamemnon’u tuzağa düşürerek öldürmesine olabileceği teorisini sınıyor ve ancak Odysseus’un bunu defalarca yaptığını belirtiyor. Ayrıca 10 yıldır savaşan bir adamı öldürmek için biraz zekice davranmak gerektiği fikrini de okura sunuyor. Bir başka ilginç nokta da Klytaimnestra’nın çok az motifinin tarihi eserlerde karşımıza çıkması diyor Haynes. Bunu kendi kibri ve hataları yüzünden balta ile öldürülen bir eşin erkekler için çok çekici bir imge olmamasına bağlıyor.

Benzer bir örnek de Amazonlar bağlamında karşımıza çıkıyor. Haynes’in belirttiği gibi Amazonların ok kullanabilmek için tek göğüslerini kestiği imgesi herhangi bir antik eserde karşımıza çıkmıyor. Yani bu orijinal hikayenin bir parçası değil. Nedeninin kelimenin kökenine inmek isteyen insanların yanlış anlaması olabileceği söylense de kadınların “güçlü” ve “feminen” imgelerinin yan yana pek sık görülmediğinden yola çıkarak bunun savaşçı bir toplumun feminenliğine saldırı olduğunu düşünmemek elde değil. “Güçlü veya feminen” ikileminin insanların kafasındaki örtüşmezliği “Hippolyte’in korsesi” imgesinde de oldukça belirgin. Haynes’in de belirttiği gibi bu “korse” hiçbir zaman bir korse olmadı, diğer antik dünyanın savaşçıların sahip olduğu gibi bu bir savaş kemeriydi. Ancak zaman içerisinde “yanlış çeviriler” sebebiyle erkek savaşçıların savaş kemeri Hippolyte için bir korseye dönüşüyor.

Bu kitapta kaderini seçemeyen kadınları okuyoruz, tarih onlara pek adil davranmıyor. Kaderini seçen güçlü kadınları da görüyoruz, tarih onları da silmeye veya değiştirmeye çalışıyor. Peki ya kaderle işi olmayan, kendi köşesindeki kadınlar?

Medusa belki de bunların en ünlüsü. Tecavüze uğrayan başka bir kadın karakter daha, bir de üzerine cezalandırılıyor ve güzelliğinin en belirgin tarafı olan saçları elinden alınıyor. Birçok feminist anlatı Athena’nın Medusa’yı korumak için bunu yaptığı anlatısıyla avunsa da okurlar olarak biz tanrıça Athena’nın pek kadın savunucusu olmadığını biliyoruz, Haynes de bunu belirtiyor. Daha sonraki anlatımlar Medusa’yı yalnızlaştırsa da daha sonrasında Medusa’nın intikamını almak için çabalayacak iki kız kardeşi ile kendi köşesinde yaşamaya devam eden Medusa, Perseus’un “ganimet görevi” halini geliyor. Birçok sözel ve görsel anlatımda karşımıza çıkan çok vahşi, oldukça da aşağılayıcı bir öldürülme sahnesinin ardından Medusa’nın başı ilk önce Perseus daha sonrasında ise Athena için bir silaha dönüşüyor. Yani Medusa ölümünde bile huzura kavuşamıyor. Medusa bu hikayede neyi yanlış yapıyor ve neden canavara dönüşüyor konusunda pek açıklık getirebilmiş kimse yok, canavarlaştıran anlatılar tabi ki mevcut ancak okurların da hissedeceği gibi pek doğru hissettirmiyor. Ancak kahramanlar kendi halinde yaşayan bir canlıyı öldürse bu pek de kahramanca olmazdı, o nedenle yıllar içinde kılıfına uyduran birçok anlatı türedi ve türemeye de devam edecek.

Haynes birçok hikayeye başka bir gözle bakmamızı sağlamanın yanı sıra aslında bir şeyi daha gösteriyor. Kadınlar tarih boyunca ne yapsalar da erkeklere yaranamıyorlar. Sessiz kalıp bir köşede kalsalar avlanıyor, güçlü olup diş gösterseler ayıplanıyorlar. Erkekler bir amacı yerine getirecek özgür iradesi olmayan kadınlar yarattıklarında dahi görevini tamamlayan bu kadınlara kinleniyor, ibretlik hikayelere döndürüyorlar. Erkekler kendi yarattıkları hikayelerde dahi güçlü kadınları kötü pozisyonlardan başka yerlere konduramıyorlar, sonra da kendi yarattıklarından korkuyorlar. Güzel kadınlardan etkileniyorlar ancak güzelliğin lanetlenmediği veya bela getirmediği bir son reva görmüyorlar, günün sonunda güzellik de erkeklerin dünyasında önemli bir güç.

Kadınlara hikayelerini geri vermek zorundayız. Yüzyıllar önce yazılan mitleri yeniden yazmaktan, okun ucunu ters yöne çevirmekten bahsetmiyorum. Bu hikayelerdeki kadınlara duyduğumuz öfkenin sebebini aramaktan, bu hikayeleri yeniden okumaktan ve bir başka açıdan ele almaktan bahsediyorum aslında. Hikayeleri okuyuş ve anlayış biçimimizi değiştirmenin kolektif düşünme biçimimizi değiştirmenin önünü açacak o anahtarlardan biri olduğuna samimiyetle inanıyorum. Haynes’in bu kitabının da hafif ve eğlenceli bir başlangıç olduğuna şüphem yok.

Okumalı mısınız?

Evet, kesinlikle.

Blog at WordPress.com.