Söyleşi: Zülfü Livaneli

Söyleşi: Özge İpek Esen

İçinde bulunduğumuz siyasi ortam ve 14 Mayıs 2023 seçimleri, Türkiye’nin kültür yaşamının geleceği üzerinde de belirleyici olacak. ‘Kültür yaşamımızla siyasetin nasıl bir ilişkisi var, siyasi gelişmeler sanat, yazın ve kültür dünyamızı nasıl etkileyebilir’ gibi soruların yanıtını aramak için, yazın ve kültür dünyamızın önde gelen adlarına aynı 4 soruyu soruyoruz.

Mutluluk, Serenad, Huzursuzluk gibi kitapları onlarca dile çevrilen yazar ve müzisyen Ömer Zülfü Livaneli ile kültürel hegemonya tartışması üzerinden Türkiye’nin kültür hayatındaki dönüşümü konuştuk.

Bugünün iktidarının geçtiğimiz 20 yıl boyunca uyguladığı kültür politikası sizce bizi nereye getirdi?

Soruyu aslında şöyle genişletmek lazım. Sadece bu iktidarın uyguladığı bir politika değil. Dünyanın Türkiye’ye uyguladığı politikanın uygulama enstrümanı olarak seçilmiş olan bir lider kadro var. Çünkü özellikle Neo-Con döneminde, George Bush döneminde, daha sonra Avrupa Birliği’nin de katılmasıyla Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olmasına karar verdiler. Atatürk’ün Batılılık ve modernleşme ideallerinden vazgeçilmesini ve buranın bir Ortadoğu Müslüman ülkesi -ama Amerikan çıkarlarını koruyan- olarak devam etmesini istediler ve zorlayarak, her türlü melaneti yaparak Türkiye’yi ittiler Ortadoğu’ya. Eskiden Yunanistan’la Türkiye birbirine çok benzer ülkelerdi ama şu anda Ege Denizi’nden neredeyse Çin Seddi gibi önemli bir şey geçiyor. Ortadoğu başlıyor bu tarafta. Bunu tabii kültür politikaları olmadan yapamazlardı. Kültürde çok büyük bir mücadele verdiler. Siyasi iktidar ellerinde olduğu için kültürü de tamamen dönüştürmek istediler.

Şimdi halkın kültüründe bir dönüşüm yaptılar. Bambaşka bir ülke haline geldik. Ama bir nevi yüksek kültür diyeceğimiz entelektüel dünyayı etkileri altına tam olarak alamadılar. Sadece şöyle aldılar bu ‘Yetmez Ama Evet’ döneminde yıllardan beri entelektüel yayın falan yaptığını iddia eden çevreler Türkiye’yi tamamen sol kültürden çıkarıp bu Amerikan etkisi altındaki kültür dünyasına çevirebilmek için çok büyük çaba harcadılar. Bunları örnekleriyle de gösteririm. Çünkü Türkiye’de 20-25 yıl öncesine kadar Türkiye sol kültür diyebileceğimiz bir kültürün etkisi altındaydı. İşte Nazım Hikmet’ler, Yaşar Kemal’ler, Orhan Kemal’ler, Sait Faik’ler gibi… Buna karşı çok büyük mücadele verdiler; bu isimleri unutturup yerine başka bazı isimleri geçirmek için. Onu da bir nevi başardılar. Gündeme soktular bazı insanları ama tam olarak başardıklarını da söyleyemem. Şimdi tabii Türkiye başka bir noktaya geldi. Amerika da Büyük Ortadoğu Projesi’nden Türkiye açısından vazgeçti gibi görünüyor. Bilmiyorum, bu seçimlerden sonra nereye gidecek göreceğiz ama bir Ortadoğululaşma ve Araplaşma süreci yaşadığımız kesin kültür alanında.

Bulunduğumuz politik ortamın ve yaklaşan seçimin Türkiye’nin kültür yaşamı bakımından nasıl bir anlam ifade ettiğini düşünüyorsunuz?

Yaklaşan seçimler herhangi bir siyasi parti seçimi değil, bir lider seçimi değil. Bir politik mücadele yok ortada. Yıllardan beri söylediğim gibi bir rejim mücadelesi var… Çünkü Türkiye’deki politik hayat; diğer ülkelerdeki gibi politik partiler var, başkanları var, bunlar arasında işte biri kazanır diğer kaybeder, ülke devam eder gibi bir durum değil. Benim 90’lı yıllarda yazmaya başladığım üç kutuplu Türkiye gerçeği var; İslamcılar, Laikler, bir de Kürt hareketi. Bunların iki tanesinde ‘Türkiye kuruluşta yanlış kuruldu yeniden oluşturalım’ tezi var. Laiklerde de ‘hayır biz size bunu dokundurtmayız’ tezi var. Elbette ki 100 yaşına gelen Cumhuriyet’te bazı hatalar oldu özellikle 50’lerden sonra, 80’li-90’lı yıllarda da çok büyük hatalar oldu. Bir askeri vesayet oldu, darbeler oldu, inanılmaz kötü işkenceler oldu Diyarbakır Cezaevi’ndeki gibi, Kürt kimliğini ve kültürünü reddetmek gibi büyük hatalar oldu. Şimdi bu seçim muhalefetin başarısıyla sonuçlanırsa yani eğer Türkiye bir Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı seçmeyi başarırsa -bir nevi Obama seçimi gibi- özgürlüklerin daha genişleyeceğini ve kültür alanının da daha farklı yönlere açılacağını görebiliriz, daha ‘Dünyalı’ bir ülke olabiliriz.

Bugünün siyasi iktidarının kültürel hegemonya mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kültürel hegemonya bütün ülkeler için önemlidir. Bunu Erdoğan da açıkça söyledi. Kültür alanını ele geçiremedik, dedi. Çünkü Türkiye’de dönüşüm Batı’daki gibi olmaz. Batı’da bilimsel eserler toplumları ve dünyayı değiştirir. Jean Jacques Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi, Montesquieu’nün Kanunların Ruhu ya da diğer çalışmalar Fransa’yı değiştirir. Değiştirmiştir. Voltaire, Aydınlanmacılar… Karl Marx’ın Engels’in dünyayı değiştirdiğini biliyoruz. Hegel’in çalışmalarının… Dünya böyle dönüşür ama Türkiye gibi ülkelerde ve Ortadoğu’da bilimsel eserler zaten yoktur, bunların toplumu dönüştürme gücü de yoktur. Türkiye şiirle dönüşür. Heyecanlı vatan şiirleri yazılır, onu Manastır Askeri Lisesi’nde okuyan öğrenciler okur, örneğin Namık Kemal’i ve gelirler bir hürriyet devrimi yaparlar. Daha sonra işte Atatürk Kurtuluş Savaşı yapar. Sol da şiirlerle romanlarla sol olmuştur Türkiye’de. Yani Marx okuyarak değildir çoğunluğu. Bu yüzden kültürel hegemonyayı elinde tutmak önemlidir. Bunu bildiği için hükümet çok uğraştı. Nazım Hikmet’in yerine Necip Fazıl’ı geçirmeye çalıştılar, yarışmalar düzenlediler. Başka bazı kültür merkezleri açtılar ve büyük bir mücadele verdiler bu konuda ama olmadı. Olamaz da zaten çünkü kültür genellikle sol diye tarif ettiğimiz -çok geniş anlamda söylüyorum tabii- kesim tarafından temsil edilir çünkü sonuçta bir vicdan meselesidir.

Seçimlerden sonra Türkiye’nin kültür yaşamında beklediğiniz değişiklikler nelerdir?

Aslında ikinci soruya cevap verirken söylemiştim eğer hükümette böyle radikal bir değişim olursa elbette kültür alanında da dönüşümler yaşayacağız. Halktan yana, yaratıcı kültürün önü açılacak ve bu da çok önemli bir kazanım sağlayacak. Türkiye’nin tekrar laik demokrat kültüre kavuşması, daha doğrusu laik kültürle birlikte demokratikleşmeyi başarması lazım. Çünkü biz bir demokrasi kültürüne sahip değiliz. Demokrasi kültürü demek bugün bizim yaşadığımızdan çok farklı bir şey, bu demokrasi kültürüne ulaşmaya çalışmak lazım. Bir de tabii yurttaş bilincine ulaşmaya çalışmak lazım. 600 yıl kul olarak kalmış ve kul olarak kendini görmüş insanların modern anlamda citoyenneté bir yurttaşa dönüşmesi büyük bir kültür devrimi gerektirir. Umarım bu dönemde olur. Tabii çok da böyle ne çok umutlu ne çok umutsuz konuşmak doğru değil ama yine de umutsuz olanın atı koşmaz. Biz umuttan yanayız.

Çok teşekkür ederiz.

Blog at WordPress.com.