30 yıl sonra tekrar ölen ölülerin gizemi: Unutulmuş Kızlar

İlkin Şilan

Yakın zamanda şans eseri elime Yabancı Yayınları’nın bastığı, Sara Blaedel’in Louise Rick kitapları geçti. Danimarkalı bir suç yazarı olarak ünlenen Sara Blaedel, Louise Rick serisiyle adından oldukça fazla bahsettirmiş. Üçleme olarak aldığım kitapları yazılma tarihine göre okumaya başlamaya karar verdim ve Unutulmuş Kızlar’a başladım.

Kitap yeni bir birime transfer olan Louise’in büyüdüğü kasabada bir kadının ölü bulunmasıyla başlıyor. Yüzünde çok belirgin bir yara izi bulunan bu kadının adli tıp incelemesi sonrası aynı zamanda zihinsel bir engeli olduğu da ortaya çıkıyor. Sistemde kaydı olmayan ve kimsenin refakatçiliğini yapmadığı bu kızın kimliği, basına verilen fotoğrafını tanıyan yaşlı bir kadın sayesinde aydınlanıyor. Anlaşılıyor ki, kendisi gibi zihinsel ve bedensel engelli, “aileleri tarafından istenmeyen” çocukların gönderildiği bir kurumda büyüyen, ikiziyle beraber 18 yıl boyunca bu kurumda yaşamış ölü kadının ismi Lise’dir. Asıl ilginç olan ise Louise’in ortağıyla beraber bu kurumu ziyaret etmesiyle ortaya çıkıyor, kayıtlara göre Lise de ikizi de 30 yıl önce ölmüştür.

Louise sadece bu gizemle değil aynı zamanda kendi geçmişindeki gizemlerle ve mevcut kariyerindeki tehditlerle de savaşıyor. İlk sevgilisini yıllar önce birlikte çıktıkları evlerinde kendini öldürmüş olarak bulan Louise kitabın sonuna doğru bunun bir intihar olmayabileceğini düşünmeye başlıyor. Bu yeni birimde hem kendini hem de birimini ayakta tutmaya çalışan Louise, tek derdi dava sonuçlandırmak olan üstüyle de çok iyi anlaşamıyor. Bir de onu sinir eden ve alkol problemi olan yeni ortağı, iş yerinde onu kıskanan sekreter, ergen oğlu, evlenmek üzere olan ve oldukça nevrotik davranan en yakın arkadaşı eklenince Louise parçalara bölünmek durumunda kalıyor. Derken daha fazla insan ölü bulunmaya başlıyor ve olaylar iyice sarpa sarıyor.

Son zamanlarda okuduğum birçok polisiye kitaptan bu kitabı ayıran en önemli nokta benim gözümde Louise’in oldukça “normal” bir karakter olması oldu. Louise üstün zekalı değil, kimsenin görmediği küçük detaylarla ve üstün bilgisiyle olayları aydınlatmıyor, inanılmaz özgür ruhlu bir asi veya inanılmaz karanlık bir sırla sarmalanmış bir kadın değil. Louise normal bir polis. Hatta bu kitapta katilin bulunmasına yol açan kilit bilgiyi kendisi değil eskiden gazeteci olan en yakın arkadaşı buluyor ve kendisi bunu tesadüfe yakın bir olay örgüsünde öğreniyor diyebilirim.

Okur kesinlikle Louise’den bir adım önde ve kitabın tamamında bu durum böyle devam ediyor. Yazar sadece katilin kim olduğu konusunda değil aynı zamanda Louise’in ilk sevgilisinin intihar etmemiş olabileceğini okura kitabın en başından hissettirse de Louise ancak son 20 sayfada bu noktaya geliyor.

Bazı okurlar için katilin kimliği büyük bir şok olmuş olabilir ancak katilin bulunması süreci, benim şüphelendiğim doğrultuda ilerledi. Kitap boyunca çok fazla şeye şaşırmadım, ama kesinlikle sonunda kendimi çok rahatsız hissettim. Yazarın farklı türlerde şiddetin betimlenmesi ve hikayeye işlenmesi konusunda çekingen olmadığından bahsetmem gerekli. Birçok yerde özellikle cinsel şiddet teması oldukça yoğun şekilde işlenmiş ve bu beni okurken ciddi derecede rahatsız hissettirdi. Yazarın amacı bu ise oldukça başarılı olduğunu söylemek gerek. Ancak benim ikinci kitaba geçmeden kesinlikle araya birkaç kitap almam gerekiyor.

Okumalı mısınız?

Kitap çok hızlı ilerliyor, dili konusunda herhangi bir sıkıntı çekmedim. Bir gün gibi bir sürede bitirdim ve şok olmasam da sıkılmadan ilerledim. Polisiye türünü okuma heyecanımı yeniden tetiklediğini de söylemem gerek. Eğer hızlı bir hafta sonu okuması için biraz karanlık bir polisiye arıyorsanız iyi bir tercih olabilir ancak Sherlock Holmes tarzı etkileyici polisiye kahramanları seviyorsanız Louise Rick sizi yer yer “Artık çöz şu gizemi!” diye feryat ettirebilir.

Blog at WordPress.com.