Vahşi Batı’da geçen feminist bir roman: Kanunsuz

İlkin Şilan

Emma Roberts ve Karah Preiss tarafından kurulmuş ünlü Belletrist kitap kulübünün de kitapları arasında bulunan Anna North’un Kanunsuz kitabı hem eleştirilerin hem de övgülerin odağında. O nedenle bu kitabı olabildiğince önyargısız bir şekilde okumak benim için hem zor hem de gerekli bir göreve dönüştü. Bunu elimden geldiğince yapabildiğime inanıyorum, yazımın ilerleyen noktalarında karşıma çıkan birtakım övgüler ve eleştiriler konusunda da kendi düşüncelerimi derleyeceğim. Ama önce biraz kitabın konusundan bahsetmek isterim.

Ana karakterimiz Ada, Fairchild adlı bir kasabada annesi ve kardeşleriyle yaşamakta olan genç bir kız. Annesi çok deneyimli bir ebe, Ada’yı da bu alanda yetiştiriyor. Anna North’un yarattığı bu dünyada kızlar genç yaşta evleniyor ve evlilikten belli bir süre sonra çocuk sahibi olmaları bekleniyor. Çocuk sahibi olamayan kadınları ise çok korkutucu bir kader bekliyor; Ada daha önce çocuk sahibi olamadığı için evden atılan ve sokakta yaşayan, cadılıkla suçlanıp asılan birçok kadının hikayesini anlatıyor.

Evlendikten sonra çocuk sahibi olamayan herhangi bir kadının toplumda barınmasının mümkün olmadığı bu dünyada kısırlığın sebebi olarak da ırklararası evlilikler, maskülen davranışlar, cadılık aktiviteleri gibi hurafelerin görülmesi yaygın. Ne Ada ne annesi bunlara inansa da, Ada’nın annesinin de dediği gibi insanlar bir şeylere inanmak istiyor ve yerine inanacak başka bir sebep veremediğinizde de bu inançlarından asla vazgeçmiyorlar. Kısırlığın gerçek sebebi ise bir muamma.

Ada da bir evlilik yapıyor ancak ne yazık ki çocuk sahibi olamıyor. Kocasından başka bir erkekle de yaptığı denemeler pek başarılı olamıyor. Sonunda ortaya çıkan bu gerçekle Ada evinden kovuluyor ve annesinin yanına dönüyor. Ancak kasabada patlak veren bir salgın Ada’nın cadı olduğu ve diğer kadınların da çocuk sahibi olamaması için çalıştığı dedikodularına sebep olunca Ada bir manastıra gönderiliyor. Ada burada kendine bir amaç buluyor: Kısırlığın sebebini bulmak. Ancak manastırda bunu bulamayacağını anladıktan sonra yeniden bir yolculuğa çıkıyor ve Duvardaki Delik çetesine katılıyor.

Duvardaki Delik çetesinin kadınlardan oluştuğunu öğrenmek Ada’ya birinci şok oluyor. Çetenin kocaman bir erkek olduğu öne sürülen lideri Kid, görece ufak bir kadın çıkıyor. Bu küçük grubun hepsi çocuk sahibi olamayan veya bir sebepten ötürü olmamayı seçmiş kadınlardan oluşuyor. Farklı cinsel yönelimleri, giyim tarzları, cinsiyetsizlik konsepti Ada’ya oldukça yabancı geliyor ancak zamanla bu insanların arasında kendine (çok zor da olsa) bir yer ediniyor.

Burada eleştirilere katıldığım bir nokta var, Ada dışında diğer karakterler bazı noktalarda çok sığ veya stereotipik kalabiliyor. Bu nedenle de Ada (yani heteroseksüel beyaz kadın) karakter daha ön planda, onun deneyimleri, karakteri ve yolculuğu derinlemesine işlenirken Duvardaki Delik çetesindeki diğer karakterlerin çok bir derinliğini hissetmediğimi itiraf etmem gerekir. Ancak burada bir başka tartışma olan, her kitapta her hassas konuyu aynı derinlikle ele alma zorunluluğu olup olmaması konusu devreye giriyor. Edebiyatta ve aslında sanatın her dalında kapsayıcılık ve farklı grupların deneyimlerini yansıtmak kritik bir konu, ancak bir roman içerisinde bazı konular ne yazık ki diğerlerinin arkasında veya yüzeysel kalabiliyor.

Burada Ada’nın deneyimlerini, yolculuğunu incelemek ve diğer karakterleri küçük bir kasabada büyümüş ve vizyonu çok geniş olamayabilecek bir karakter olan Ada’nın gözünden anlatmak bir yazım tercihi. Hatta birçok eleştiriye karşı çıkarak şunu da söylemem gerekiyor ki Ada’nın diğerleriyle iletişiminde yaptığı yanlışlar (mesela siyahi karakterin varoluş savaşını onun yerine vermeye çalışıp karşılığında takdir beklemek) okurun böyle durumları kendi hayatında da değerlendirip yanlışını görebilmesi açısından önemli. Ada’nın geldiği geçmişten çıkıp 2022’deki aydın bir kadının zihnine sahip olmasını beklemememiz gerektiğini düşünüyorum. Eminim ki Anna North, Ada gibi düşündüğü için değil, Ada karakterini belli bir vizyonda yarattığı için bazı kurguları kitaba yerleştirmiş. Ada’nın hatalar yapması lazım, öğrenmesi lazım. Okurun da bunu okuması lazım diye düşünüyorum.

Ada ve Lark ilişkisi de oldukça eleştirilmiş konulardan biri. Bu kadar kapsayıcı bir grubun hadım edilmiş eşcinsel bir karakteri arasında istememesi mevcut feminist tartışmaların da odağında. Ada burada daha kapsayıcı bir görüşü savunurken diğerleri erkeklerin ait olmadığı bir ortamı savunuyor. Bunun mevcut dünyamızın da bir yansıması olduğunu düşündüğümden ben yadırgamadım (daha kapsayıcı bir feminizm savunduğum halde). Ancak eşcinsel karakterlerin heteroseksüel ilişkiler içine sokulması (Ada ve Lark arasındaki sevişme sahnesi) neden yaralayıcı olabilir anlıyorum. Burada yönelimlerin her an değişebileceğini inkar etmeden genel olarak cinselliğin bir tercih olarak algılanmasının ve bir eşcinsel erkeğin karşısına “doğru bir kadın” çıkarsa isterse bir kadınla da yatmayı tercih edebileceği düşüncesinin tehlikeli olduğunu kabul ediyorum.

Günün sonunda Ada amacını unutmuyor ve bir süre sonra Duvardaki Delik çetesi ile olan zamanı sona eriyor. Burada (yine bazı eleştirilerin aksine) queer bir grubu kullanan heteroseksüel beyaz bir kadından çok, yolculuğunu tamamlamış bir kadın gördüm ben. Zaten başından beri kendi yolculuğunu tamamlamak zorunda olduğunu hissediyorsunuz. Duvardaki Delik çetesi Ada’nın benliğinin, cesaretinin, vizyonunun çok büyük bir kısmını oluşturuyor. Aynı zamanda Ada da bu grubun bir parçası olarak bu çeteye çok şey kazandırıyor. Benim kitabın sonu ile bir problemim yok, başka türlü bitmesini istemezdim diye düşünüyorum.

Okumalı mısınız?

Bence bu kitap okunmaya değer. Eleştirilere karşı kendi görüşünüzü oluşturmak için bile olsa okunabilir. Oldukça akıcı bir hikaye ve görece olarak kısa bir kitap olduğu için hızlıca bitecektir Kanunsuz. Beğenseniz de beğenmeseniz de sizinle kalacak bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Blog at WordPress.com.