Can Güçlü
Geçtiğimiz haftalarda ilk kez yaptığımız bir etkinlikle, okuyacağımız kitapları Instagram takipçilerimizin seçmesini istemiştik. İlkin, kendi oylaması sonucunda okuduğu Meksika Gotiği’ni (İthaki, 2022) inceledi; benim içinse Hüseyin Rahmi’nin Can Pazarı (Everest Yayınları, 2011) seçilmişti, ben kitabı inceleyip incelemeyeceğimden emin değildim, her şeyden önce kitabı okumam çok uzun sürmüştü. Ama en sonunda bitirebildiğim için, Erol Üyepazarcı’nın muhteşem çalışması Unutulanlar, Hiç Bilinmeyenler ve Bilinmek İstemeyenler’inde (Oğlak Kitap, 2019) Hüseyin Rahmi girdisini okuduktan hemen sonra klavye başına oturdum.
Öncelikle Can Pazarı, okuduğum en iyi ya da en akıcı Hüseyin Rahmi romanı değil, hatta dosdoğru söyleyeyim, akıcı bir roman değil. Okuduğum diğer Hüseyin Rahmi romanlarında kişiler, diyalog, öykü ve yazım daha iyiydi. Ancak bu, Can Pazarı’nın kötü bir kitap olduğu anlamına gelmiyor. Arada kopsam, günlerce kitabı elime almasam da geri döndüğümde öyküye uyarlanmakta güçlük çekmedim. Özellikle sonuca ve çözüme doğru hızlandığı için son yüz sayfasını önceki üç yüz sayfasından belirgin ölçüde daha büyük keyifle okudum.
Can Pazarı, bir yolsuzluk ve çürüme romanı. Böyle söyleyince göze çok yazınsal geliyor olabilir, bu tür konuların yazında büyük bir sanatsallık içinde işlenmesine ve yaygın okur topluluklarının pek ilgisini çekmemesine bakıp kitapla ilgili yanlış bir yargıya varmamak gerek; büsbütün popüler bir roman bu. Dönemin popüler romanının hemen hemen bütün özelliklerini de taşıyor.
Kitabın başlangıcında mütareke yıllarında, İstanbul’dayız, anlayabildiğime göre 1922 yılında tefrika edilmeye başlayan ve 1923’te tamamlanan kitap, döneme ilginç bir tanıklık niteliği de taşıyor.
Kurgu birkaç koldan eşzamanlı olarak ilerliyor, iki ana öykü var. Birinci öykü, biraz rastlantıdan, biraz zorunluluktan ve en çok da çevredeki suçlara tanık olup bir yatkınlık geliştirmekten kaynaklı olarak bir çete kuran dört arkadaş çevresinde gelişiyor. Suç, toplumsal yozlaşma ve hak yeme öyle yaygınlaşmış durumda ki, bu bir grup arkadaş kendini bir anda bir suç örgütü olarak buluyor, denebilir ki bütün maddi olanakların kapanın elinde kaldığı bir ortamda yaşamak ve varsıllaşmak için örgütlenmek onlar için doğal biçimde gelişiyor. Bu ekibin ilk suçlarını, silahlanış öykülerini, polisten kaçışlarını ve kurdukları düzeni okuyoruz. Bu bölümlerde Can Pazarı, Hüseyin Rahmice bir suç romanı görüntüsü taşıyor, ancak bunun önemli ölçüde ilkel bir suç romanı olduğunu belirtmek gerek.
Romanın ikinci öyküsü bir aşk dörtgeni çevresinde gelişiyor. Kitabı yeni bitirmiş olmama ve öykünün belleğimde taze olmasına karşın benim için hala çok karmaşık olan bir ilişkiler ağı içinde iki evli çiftin birbirlerinin karılarına ve kocalarına aşık olup sırasıyla birbirlerini aldatmalarına tanık oluyoruz. Önce birisi birisinin hanımına aşkını ilan ediyor, sonra öbürünün bundan haberi olunca o da onun hanımına ilgi gösteriyor, gibi. Bu öykü baştan sona oldukça karışık yazılmış; izlemek yer yer güçleşiyor, ancak kitaptan kopacak ölçüde değil.
Bir aşamada bu iki öykünün birleşmesine tanık oluyoruz, finalde ikisi ortaklaşa çözümlenecek.
Hüseyin Rahmi, bir ölçüde öğretici bir tonla, ancak bunaltıcı bir didaktizme sapmadan, ilk öykü aracılığıyla savaş yıllarının toplumsal açmazlarına, suçun ve yasanın aldığı değişken ve tuhaf biçime, toplumsal adaletin nerelerde aranabileceğine ve nasıl da bulunamadığına değiniyor. İkinci öykü de dönemin toplumsal değerleri içinde aile ilişkilerine, romantik ve cinsel birlikteliklerine eğilen bir tablo çiziyor. Hüseyin Rahmi bazen alışılageleni eleştiriyor, bazen yazdıklarından toplumsal bir ders ve sonuç çıkarma eğilimi gösteriyor; ancak yereceğini yerse de diyebilirim ki kimseyi şeytanlaştırmıyor, en iyisinden en kötüsüne çizdiği tablonun bir insanlık görüntüsü olduğunun her zaman ayırdında. Bu nedenle onaylamadığımız karakterler de eğlenceli. En öğretici söylevler bile nüanslı karakterlerin dilinden çıkıyor. Bütün ilkelliğine ve bugün için pek bir şey ifade etmeyen öğreticiliğine karşın, aslında dönemin toplumuna ve insanına ilişkin bir irdeleme Can Pazarı. Bu anlamda da dikkate ve ilgiye değer.
Gelgelelim, dağınık bir kitap. Üstelik bence gereğinden de uzun. Bu nedenle hiçbir ana öykü bir yere bağlanmaksızın kalmıyorsa da tüm karakterlere ve öykülerin tüm öğelerine aynı özen gösterilemiyor, üstelik tüm bunların gelişip serpilmesi için gereğinden çok alan ve zaman bulunmasına karşın. Sıklıkla da birkaç sayfa sonra unutacağımız karakterlerle ilgili ayrıntılı şeyler okuyoruz, ancak bunlar kurgu içinde olgunlaşıp daha büyük şeylere dönüşmüyor.
Hüseyin Rahmi’nin büyük yetkinlikle yazdığı diyaloglar, bazen kitabı bir tiyatro oyunuymuş görüntüsüne büründürecek yoğunlukta olmasına karşın, daha önce okuduğum kitaplarındaki ölçüde etkilemedi beni.
Kitabın uzunluğu düşünüldüğünde karakterlerin gelişmek için yeterli alanları olmasına karşın unutulmaz bir karakterle karşılaştığımı sanmıyorum, ancak bu kararı bir süre sonra vermek herhalde daha doğru olacak.
Özcesi, Can Pazarı ilkel bir suç romanı-aşk romanı kırması. İlkel sözcüğünü bir yergi olarak değil, kitabı tarihsel konumuna ve Türk romanı içinde bulunduğu yere oturtabilmek için kullanıyorum. Hüseyin Rahmi’nin savaş yıllarına ve Osmanlı’nın çöküşündeki toplum yapısına tanıklığı önemli, bunu böyle bir öykü içinde yapması da ilgi çekici. Okuduğuma hoşnut olduğum, ama önceki kitapları ölçüsünde etkilenmediğim bir yapıt.
Okumalı mısınız?
Eğer Hüseyin Rahmi’ye ya da belirgin olarak mütareke yıllarının son dönemine özel bir ilginiz varsa Can Pazarı’nı okumak isteyebilirsiniz. Ama bundan daha keyifli yazılmış ve iyi işlenmiş Hüseyin Rahmi romanları var, mütareke İstanbulunu işleyen daha iyi romanlar da olduğundan eminim.