İlkin Şilan
Piranesi benim için 2022’nin ilk kitaplarından olmasına rağmen şimdiden bu yıl okuduğum en iyi kitaplar listesine üst sıralardan yerleşti bile. Uzun zamandır beni bu kadar yakalayan ve bir solukta okuduğum bir kitap olmamıştı. Resmen keyfim yerine geldi bu kitap sayesinde diyebilirim.
Hikâye aslında biraz karışık başlıyor. İlk 30-40 sayfa ne olduğunu anlamakta biraz sıkıntı çekiyorsunuz çünkü birinin günlüğüne tam ortasından dalıyorsunuz. Bu karakterin zamanla oluşturduğu kendine göre bir dili var. Kelimeler tanıdık ama sizin için ifade ettiği şeylerle bu karakter için ifade ettiği şeyler çoğunlukla aynı değil. Ancak okudukça onun nasıl düşündüğünü, nasıl konuştuğunu ve nerede nasıl bir motivasyonla ilerlediğini öğreniyorsunuz. İşte bu noktada kitabın dili oldukça erişilebilir oluyor, hatta sizinle karakter arasında bağ oluşturan bir konsepte dönüşüyor. O nedenle kitaptan vazgeçmeyin, okumaya devam edin derim.
Kitap bizim dünyamızda geçmiyor. Piranesi’nin dünyası “Ev” olarak adlandırdığı, sonsuz salonlardan ve medcezirlerle zaman zaman suyla dolan odalardan oluşan bir labirent adeta. Odalar kocaman heykellerle dolu, Piranesi anlattıkça bunlardan bazıları insana bir yerden tanıdık geliyor sanki. Siz de “Ev” denilen yeri sanki bir rüyada görmüşçesine hatırlar gibi oluyorsunuz.
Piranesi’nin burada yaşadığını bildiği iki kişi var, biri kendisi diğeri de “Öteki”. Tabi bir de ölüleri var, konuşmayı, korumayı ve kollamayı unutmadığı. “Öteki” ile haftada bir veya iki kez buluşup toplantılar yapıyorlar. Ona Piranesi ismini veren de o. “Öteki” karakterinin hikâyenin başından beri Piranesi’ye göre farklı bir havası var. Piranesi’ye göre hep daha derli toplu bir görünümde, daha baskın, daha talepkâr birisi. Piranesi onu böyle anlatmıyor ama okuyucu bunu çok rahat bir şekilde anlıyor.
Kitabın bir diğer etkileyici yanı da bu, yazar çok saf, adeta çocuk gibi bir adamın bakış açısından yazıyor ama olayın arka yüzünü de çok açık bir şekilde okuyucuya aktarıyor. Siz gerçekte olanı da, bu çocuksu karakterin düşündüğünü ve hissettiğini de aynı açıklıkla anlayabiliyorsunuz. Bazen Piranesi’yi hikâyenin içinden elinizle çekip korumak kollamak istiyorsunuz. Dilde bu dengeyi kurmayı çok iyi başardığını düşünüyorum yazarın.
Kitabın ikinci yarısı ilk yarısına göre daha hareketli, ilk yarısı biraz daha sakin ilerliyor. İlk yarıda tanıştığımız, aşina olduğumuz dünya ikinci yarıda oldukça karışıyor. “Ev” beklenmedik misafirler ağırlamaya başlıyor. Piranesi’nin kendine, Ev’e, Öteki’ne, aslına bakarsanız bildiği ve inandığı her şeye sadakati sınanıyor. Bu noktada Piranesi için endişelenseniz de onunla geri dönüşü olmayan bir yola girmekten başka bir çareniz kalmıyor.
Kitapla ilgili tek eleştirim sanırım yazarın “Ev” denilen alternatif dünyayı aşırı gizemli tutmuş olması. Tabi ki kitap bizim karakterimizin bakış açısından olduğu için biz ancak onun anladığı kadar anlayabiliyoruz bu dünyayı. Tahmin edersiniz karakterimiz de pek anlayamıyor. Onun için burası sonsuz odalarla dolu, labirentimsi, taştan bir dünya. Bu soğukluğa rağmen Piranesi bu dünyaya karşı inanılmaz bir bağ hissediyor, onunla konuşabildiğine inanıyor. Ki bana sorarsanız konuşabiliyor da (ancak yazar bunu açık açık asla söylemiyor, okuyucuya bırakıyor). Ancak en sonda bir ek bölümle, sanki başka birinin notları ya da bir ekleme gibi bu dünyaya dair daha çok ve daha açık bilgi sunabilirdi yazar. Ya da yazar sundu ama ben satır aralarını okuyamadım bilemiyorum ama bu dünyanın ne olduğunu tam anlayabildiğimi düşünmüyorum. Benim gibi bu kitabı okumuş insanlarla bu dünyayı tartışmak için de açıkçası sabırsızlanıyorum.
Sonuna kadar gizem dolu, bazen hüzünlü bazen korkutucu çok ilginç bir kitap Piranesi. Bir süre sonra yeniden okumam gerekeceğini hissediyorum. O zamana kadar başucuma kaldırıyorum.
Okumalı mısınız?
Kesinlikle! Başka ne yazabileceğimi bile bilmiyorum. Bu kitabı okuyan herkesle bu kitabı tartışmak istiyorum. Bu kitabın herkese sunabileceği bir yanı olduğuna inandığım için herkese de tavsiye ediyorum.