Bir yıkım ve kimsesizlik öyküsü: Son Öpüş

Can Güçlü

“Kıştı. Artık tepelerde insanlar değil, eşkıyalarla beraber kurtlar hüküm sürüyordu. Kar Tercan’a kadar bütün boğazları kapamıştı. Akviran’ın meşhur karı… Kuşların sabahları ölü bulunduğu ve yalnız kurt izlerinin gözüktüğü kar.”

Kenan Hulusi Koray’ın Son Öpüş’ünde (Can, 2021) varlığını bütün öykü boyunca duyduğumuz en baskın karakter, kışın kendisi. Yıkıcı bir güç olarak, görkemli bir düşman gibi yalnız köyleri değil, yaşamın bütününü kuşatan, Koray’ın öykü boyunca metne serpiştirdiği işlemeli betimlemelerle gözümüzün önünde ete kemiğe kavuşturduğu ‘Akviran’ın meşhur karı’.

Ana karakter Oğlak Ömer’in ve Akviranlıların karşılaştığı tek yıkıcı güç kar ve kış değil oysa: Akviranlıları daha açılış sahnesinde gördüğümüz eşkıyalar –‘kaçaklar’- ve bunların bir türlü dindirilemeyen yağmacılıklarından daha çok sindiren, korkutan bir şey var: Kurtlar.

Sürüler halinde dolaşan, mevsimi geldiği, tepeleri ele geçirdiği zaman köylünün bütün yaşam düzenini değiştirmesine yol açan kurt sürüleri de eşkıyalar gibi vura-kaça hırpalıyor köyleri.

Son Öpüş, Can Yayınları’nın Kısa Miras dizisinin üçüncü kitabı. İlk baskısı İnkılâp Kitabevi’nden 1938 yılında çıkmış. Kısa Miras’ta ilk baskısıysa 2021 yılının temmuz ayında yapılmış. Ben geciktiğim için kitabı ekim ayında okudum. ‘Geciktim’ diyorum, yalnız Kısa Miras dizisine değil, Kenan Hulusi Koray’a da oldukça geç kalmışım, daha önce okumadığıma çok hayıflandım.

Bunu bir eşkıya öyküsü olarak okumak olanaklı, Anadolu köylüsünün Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı büyük yıkımla başa çıkmasına ilişkin bir öykü olarak okumak da olanaklı, bir aşk öyküsü olarak okumak da olanaklı.

Ben bir gerilim öyküsü olarak okudum. Üstelik tüm yazınsal yapıtları, ama özellikle de gerilim yapıtlarını geliştirdiğine inandığım kışın ve soğuğun baskın olduğu bir öykü.

Kar, buz, soğuk, özellikle de bir şeylerle savaşmaya çalışan karakterlerin işini çok güçleştirdiği, sıklıkla öykülere yeni dokular-derinlikler eklediği ve her şeyden önce arkaplanı inanılmaz ölçüde güzelleştirdiği için kış öykülerini çok seviyorum. Yani, Stephen King’in The Shining’inin (Hodder & Stoughton, 2018 ve Medyum adıylaAltın Kitaplar, 2019) ünlü oteli Overlook’un yolları kışın karla kapanmasaydı hem romanın arkaplanı, hem de öykü neler yitirirdi düşünebiliyor musunuz?

Bu takıntımı herhalde 12-13 yaşında okuduğum Buz Kapanı’na borçluyum (Doğan Kitap, 2005, sonradan Kırmızı Kedi, 2014). Glenn Meade’in en sevdiğim kitaplarındandı o yaşlardayken, sonra 8-9 yıl sonra bir kez daha okuduğumda çok düş kırıklığına uğramıştım. Yine de ilk okuduğumda öyküde büyük önem taşıyan soğuğun ve buzun hem kitabın uzamını hem de okur olarak bana aktarılan ürpertiyi nasıl geliştirdiğini iyi anımsıyorum.

Kenan Hulusi Koray da kışı kullanarak hem öykünün manzarasını güzelleştiriyor, hem de aslında öykünün kendisini kuruyor.

Son Öpüş, 1917 yılında Akviran’da geçen (anlayabildiğime göre Akviran bugün Giresun’a bağlı) bir öykü. Kışla, kurtlarla ve eşkıyalarla sarılmış köylerin bu yıkıcı güçlerle savaşımı üzerinden gelişiyor. Oğlak Ömer, 17 yaşında, aslında askere gitme yaşı gelmiş ama köyde kendisinden başka gencin bulunmamasına da dayanarak köyde kalmış bir oğlan. Kitap boyunca birden çok yerde Ruslarla gerçekleşen vuruşmalara göndermeler var. 1917 yılı Çarlık Rusyası için savaşın son yılı olduğu gibi Anadolu’da üç yıldır -Balkan Savaşlarını da eklersek beş yıldır- süren savaşın yarattığı yıpranmanın çıplak göze göründüğü, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş gücünün gözle görülür biçimde kırıldığı, bitkinliğin ve yoksulluğun Anadolu’da kol gezdiği bir yıl.

Toprağı işletecek insan bulmak güç, erkekler gideli yıllar olmuş, tarlaları kadınlar ve çocuklar sürüyor. Üstelik, Oğlak Ömer’in de vurguladığı üzere, yağmur yok. Yağmur olsa…

“917 kışının ortalarında Akviran Değirmeni basıldıktan sonra

 şimdi asıl Akviran’a yalnız kurtlar değil, eşkıyalar da inmeye başlamıştı.”

Anadolu köylüsü sahipsiz, kışla savaşmak elde değil, kurtla savaşmak için birtakım önlemler var, eşkıyayla savaşmak için de jandarma var ama, yetersiz.

Akviranlılar ne yapabilir? Köyün geriye kalan son gencini de eşkıyaların arasına karışmaya gönderip, eşkıyaları onun eliyle pusuya düşürmek için jandarmayla işbirliği yapabilir, çünkü jandarma tek başına eşkıyayı temizleyecek güçten yoksun.

İşte Son Öpüş, hamile karısını köyde yalnız bırakıp köyü bu beladan kurtarmak için yola atılan Ömer’in öyküsü. Sona yaklaşıldıkça kışla baharın, köylüyle kaçağın, doğruyla yanlışın, yasal ve yasadışının, korumayla yok etmenin birbirine karıştığı bir öykü, bir dönüşümün de öyküsü bir yandan.

Kenan Hulusi Koray’la Can’ın Kısa Miras dizisi sayesinde bunca geç tanışmam bütünüyle benim ayıbım. Öyle sanıyorum ki bu kitap Koray’ı yalnız bana değil, daha geniş topluluklara tanıtmakta da başarılı olacak. Bu durumda Koray’ın daha çok yapıtının güncel yayıncılığımıza kazandırılacağını öngörsem herhalde büyük bir kumar oynamış sayılmam.

Okumalı mısınız?

Son Öpüş bir başyapıt değil, ama Anadolu köylüsünün Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkıma, yoksulluk ve sahipsizlik içinde doğanın yırtıcı güçlerine ve başlı başına imparatorluğun çöküşünün bir boyutunu oluşturan eşkıyalığa karşı savaşımını çok canlı ve sürükleyici biçimde resmeden, bu koşullar içinde ayakta kalmaya çalışan bir toplum için doğrunun-yanlışın, yasalın-yasadışının, haklının-haksızın nasıl değişkenlik gösterebileceğine özgün bir ışık tutan bir uzun öykü. Eğer 20. yüzyılın başında geçen Türk taşra öykülerini seviyorsanız, Son Öpüş’ü Koray’ın bana bir gerilim öyküsü okuyormuşum duygusunu sağlayan tarzına da güvenerek okuyabilirsiniz, büyük olasılıkla seversiniz de.

Blog at WordPress.com.