Kurgunun içinde gerçek aramaya yönelik tuhaf bir uğraş: Yaşasaydı Âşık Olurdum

Özge İpek Esen

Bu yazıyı yazıp yazmamak konusunda çok kararsızdım. Bunun iki nedeni var, birincisi yazı yazmaktan hiç hoşlanmıyorum. İkincisi ise yazıya üzerine söz söylemenin zor olduğu bir kitabı konu etmek. Ama bir noktada da bazı sözler söylenmeli diye düşünüyorum. Çok sevdiğimiz kitapların (Tante Rosa, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu vb.) yazarı canımız Sevgi Soysal’ın yaşamını ele alan bir kitap yeniden yayımlandı geçenlerde: Sevgi Soysal: Yaşasaydı Âşık Olurdum. Doğrusu Sevgi Soysal’ın yaşamına dair öğrenmek istediğim ne varsa kendi kaleminden öğrendiğimi düşündüğüm için bu kitaptan daha önce haberdar olmama rağmen okumayı düşünmedim. Yazarla ve yapıtlarıyla kurduğum ilişkinin samimiyetine rağmen bu kitapta ne gibi bilgiler verdiğini merak etmedim. Elbette bunun bir nedeni, kitaba dair yazılanlardan ve ne yalan söyleyeyim kitabın isminden “magazin” kokuları almamdı. Kitap yeniden yayımlandıktan sonra Soysal’ın kızı Funda Soysal’ın kitaba dair düşüncelerine rastladım. Kitabın yayımlanışına itirazı vardı. ‘Eh, neymiş bu kadar gürültü koparan kitap?’ diyerek kitabın önceki baskısını edindim.

Kitabın yayın serüveni şöyleydi; Erdal Doğan tarafından yazılan kitap 2003 yılında Osman Akınhay tarafından yayıma hazırlanmış, Everest Yayınları’ndan basılmış. Aynı yayınevinden 2007 yılında ikinci baskısını yaptıktan sonra yine aynı yıl Karakutu Yayınları tarafından bir kez daha basılmış. 2015 yılında ise kitap bu sefer Elhamra Yayınevi’nden çıkmış. Ancak son durak da burası değil, 2023’te Agora Kitaplığı kitabı tekrar yayımladı. Peki ben, neden Everest basımını aldım? Funda Soysal’ın esas itirazının bu basıma olduğunu düşündüğümden. Diğer basımlarda yazarın düzeltileri, eklemeleri, çıkarmaları var mı bilmiyorum. Agora Kitaplığı’ndaki tanıtım yazısında buna dair bir bilgi de yok. Ancak yine de kitabın ilk basımını okumanın daha sağlıklı bir değerlendirme olacağı kanaatindeyim.

Biyografi türündeki bu kitap yazarın çocukluğundan yaşamının son günlerine kadar Erdal Doğan’ın çok önemli bulduğu olaylar çerçevesinde Sevgi Soysal’ın karakterini resmetmeyi amaçlıyor. Haşarı, yaramaz, rekabetçi, muzip, çoğunlukla asi ve korkusuz bir Sevgi Soysal çıkıyor karşımıza. Erdal Doğan’ın çizdiği bu resme uyacak olaylar da aktarılıyor, salt bir tespit boyutunda verilmiyor. Onun karakterinden hareketle sanata, edebiyata yaklaşımını, ilişkisini de ele alıyor. Aile ilişkileri, annesi ve babasının onun karakterinin oluşumundaki önemi, öğrencilik yılları, Özdemir Nutku ile tanışıklığı, onunla evliliği, Özdemir-Sevgi Nutku çiftinin arkadaşlıkları, dönemin Ankara’sının kültür sanat ortamı, Korkut’un doğumu, Başar Sabuncu ile ilişkisi, boşanması ve yeni evliliği, TRT günleri, orada yaşadığı başarılar, ilk kitabının yankıları, Başar Sabuncu ile yaşadıkları ekonomik zorluklar ve 12 Mart yaklaşırken çöken karanlık, evliliğinin bitişi, Mümtaz Soysal ile ilişkisi, hapis, işkenceler, sürgün ve hastalık. Sonrası ölüm. Bu uzun, virgüllü cümlenin hikmeti kitabın havasından kaynaklanıyor. Gerçekten de Erdal Doğan’ın Soysal’ın hayatını ele alış biçimi böyle olmuş. Kitaba (ve cümleye) içerik olarak sığmayan, taşan tek şey; kitabın ortalarında yani kronolojik olarak Soysal’ın yazını bir ağaç gibi meyvelerini vermeye başladığında Erdal Doğan’ın onun kitaplarına dair de yaptığı çözümleme. Bunun dışındaki kısımlar tekrarlardan oluşuyor. Yazar bizi Sevgi Soysal’ın bağımsızlığına düşkünlüğüne, özgür ruhlu oluşuna, sınırları zorlamaktan hoşlandığına ikna etmek için onun “aşk hayatından” bolca örnekler veriyor.

Sevgi Soysal eserlerinin yukarıda bahsettiğim çözümlemesinin niteliği ise maalesef yazarın hayatıyla paralellikler kurmaktan öteye geçememiş. Yalnızca Sevgi Soysal’ın eserlerinde onun izlerini saptamaya yönelik bir çabaya odaklanmış. Satır aralarından Soysal’ın karakterine yönelik çıkarımlar yapmaya çalışıyor. Oysa bir biyografi kitabının temel dayanağı kurgunun içindeki gerçeğin saptanmasına dayanamaz. Böyle olunca bir biyografi kitabı olmaktan da uzaklaşmış. Hele 12 Mart kısmına gelince Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nun bir özetini okur gibi oluyoruz.

Kitabın bana göre sorunlu yanlarından biri de sıkı bir toplumsal cinsiyet rolleri analizine tabii tutulabilecek bir içerikte olması. Doğrusu uzmanlığım bu olmadığından yazıda yer vermiyorum ancak “Sevgi, ilk kitabında kadınları, üçüncü kitabında erkekleri çözer.” gibi çözümlemelerin sadece Soysal’ın eserleri için yapılmadığını belirtmem gerekiyor. Yazar, Soysal’ın bütün hayatını kadın-erkek ilişkileri üzerinden okumaya çalışıyor. Kadınlarla, kadınlıkla yarışan bir Sevgi Soysal resmi çiziyor. Kitap bolca Erdal Doğan’ın saptamalarını ve onun Soysal’a yakıştırdığı özellikleri içeriyor, oysa anekdotlardan neredeyse hiç yararlanılmıyor.

Bitirince birine anlatacağım bir anekdot var mı kitaptan diye düşündüm. Maalesef yok. Bu kitap sadece baştaki düşüncemin sağlamasını yapmama yaradı: Soysal’a dair bilmek istediğim ne varsa kendi kitaplarından öğrenmiştim.

Okumalı mısınız?

Sevgi Soysal’ın yaşamına ve eserlerine dair iyi bir biyografi istiyorsanız, Erdal Doğan’ın bu kitabını okumasanız da olur. Eğer, tartışmalı yönleriyle birlikte, kadın-erkek ilişkileri odağında bir Sevgi Soysal anlatısı arıyorsanız, okuyabilirsiniz.

Blog at WordPress.com.