Ayşın Gaye Neşşar
“Uzun zaman önce Xu ailesinin ataları sadece bir tavuk beslerdi. O tavuk büyüyünce kaz oldu, kaz kuzuya döndü ve o kuzu öküz oldu. Ailemiz böyle zenginleşti. Sıra bana geldiğinde Xu ailesinin öküzü kuzuya döndü, sonra kuzu eridi kaza döndü. Sıra sana geldiğinde kaz tavuğa döndü ve şimdi bir tavuğumuz bile yok.” diyor kitaptaki öyküyü anlatan kahramanın babası.
Ailenin servetini yeme, içme, gezme, aylaklık, hovardalık ve kumarla tüketen Fugui’nin ağzından dinliyoruz Xu ailesinin acı öyküsünü.
Bu öyle bir kitap ki yazarın kullandığı dilin sadeliği ve basitliği insanı çok etkiliyor, son derece sade ve abartısız yazılmış cümlelerle çok dokunaklı, çok acı bir yaşam öyküsü anlatılıyor. Okuyucu bu sade ve basit dile rağmen son derece derin duygularla karşı karşıya kalıyor. Bu noktada çevirmenin yaptığı işe şapka çıkarmak gerek; belli ki yazarın ne yapmak istediğini ve üslubunu çok iyi anlamış, anladığını da okuyucuya çok başarılı bir biçimde aktarmış.
Kitapta Çin’deki siyasi değişimler ve bunun topluma yansıması da anlatımın doğal akışı içerisinde aktarılıyor. Ülke yönetiminin akıl, mantık ve vicdan dışı uygulamaları, bu uygulamaların bu yoksul ve cahil kesim üzerindeki etkileri aslında başlı başına ayrı bir roman konusu olabilir ancak yazar bu tarihi gelişmeleri de aynı iddiasız dil ve gerçekçilikle, sorgulamaksızın, isyan etmeksizin, Fugui’nin bakış açısının saflığıyla anlatımına ekliyor.
Çin’e dair son derece ilginç kültürel ayrıntılar da var kitapta. Bütün bunların içerisinde kadına ve kadının toplumdaki yerine bakışı da görüyoruz ve işte burada kültürel farklılıklara rağmen evrensel ortak durumları da hatırlıyoruz.
Beni en çok etkileyen yoksulluğun derecesi oldu, Xu ailesi öyle yoksul ki ne hayatları, ne hedefleri, ne de hayalleri mevcut yoksulluğun izin verdiği sınırların ötesine geçebiliyor. Bu kapsamda mutluluğu “eşine her yıl ayakkabı örebilmekle” tarif edebilen bir kadını, “borçlar bittiğinde eşine bir yün kazak ya da yatağa bir cibinlik alabilmeyi” hedefleyen bir kocayı örnek verebilirim.
Bu yoksulluk içinde bu çaresiz kesimin hayatının hiçbir değeri yok. Çektikleri inanılmaz açlık, karşılaştıkları aşağılanma, haksızlık ve “bu kadar olmaz, olamaz, olmamalı” dedirten ölümleri…
Romanda Xu ailesinde yaşanan çok sayıda kayıp anlatılıyor ve bu kayıpların her birinin sebebi yoksulluk ve cehalet. Kitabı okurken “bu kadar kayıp da olmaz” dedirtebiliyor bazı okuyucuya belki ama şundan çok eminim; bugün bu satırların yazıldığı zaman diliminde bile hem bu coğrafyada hem de dünyanın pek çok yerinde yoksulluğun ve cehaletin çevresinde yaşanan böylesi yaşamlar var ve daha da olacak.
Bir ailede yaşanan onca ölümün anlatıldığı bir kitabın adının neden “Yaşamak” olduğu garipsenebilir belki ama bu seçim aslında çok ince düşünülerek yapılmış yazar tarafından bence. Yaşanan bütün felaketlere rağmen yaşamak, yaşamaya devam etmek. Öyle ki bütün acıların ve kayıpların sonunda ortaya çıkan yalnızlığını, yaşlı bir öküzle yaşamaya devam ederek bertaraf etmek, bir öküzle bir aile kurmak ve ailedeki diğer kayıpları da sanki aralarındalarmışçasına öküzle ilişkisine katmak.
Okumalı mısınız?
Evet bence okunmalı çünkü iyi edebiyatla karşı karşıyayız bu kitapta. Abartısız, süslemelere, kelime ve çağrışım oyunlarına başvurulmamış basit bir anlatım, okuyucuda derin izler bırakıyor. Yoksulluk ve cehalet, siyasi değişimler, bunların özellikle yoksul kesimin yaşantısına doğrudan etkisi, kadının evrensel çilesi, yoksulluğun yarattığı çaresizlik ve her şeye rağmen yaşamak… Yaşlı bir öküzle baş başa bile olsa yaşamak… Okumaya değer.