Söyleşi:
Can Güçlü
Özge İpek Esen
Geçtiğimiz aylarda yayınlanan Kavgaz: Çantacı’yla büyük beğeni toplayan ve Türk suç yazınına etkileyici bir prosedürel polisiye kazandıran Algan Sezgintüredi ve Mesut Demirbilek’le Kavgaz’ı, gerçek olayların kurguda kapladığı yeri, iki yazarın birlikte çalışma süreçlerini ve yarattıkları bu serinin geleceğini Türk yazınının genel bağlamında konuştuk.
Kavgaz’ın ana fikri nasıl ortaya çıktı?
Algan Sezgintüredi: Mesut’la 2019 senesinde, Okan Bayülgen’in cinayetlerle, polisiyeyle ilgili yaptığı bir programda tanıştık. Programdan bir süre önce oraya gittim, ne yapacağız diye etrafa bakınırken, baktım, Mesut elinde kahveyle orada.
Merhabalaştık, ben Mesut’un yazdığı kitaplardan bir tanesini okumuştum daha önce ve her polisiye yazarı meslektaşımın aklına gelebileceği üzere, gerekirse yardım alabileceğim birisi olduğunu düşünerek Twitter’dan takip etmeye başlamıştım. Fakat yapı itibariyle çok girişken biri değilim, çekingenimdir, Mesut gelip yanıma oturmasa, merhabalaşmasak ve sohbeti başlatmasa ben program boyunca uzaktan seyrederdim kendisini açıkçası.
İyi arkadaş olduk daha sonra, çok cana yakın bir insan olduğu için.
Ben bir süredir yazdıklarımdan daha farklı bir polisiye yazma peşindeydim, düşünüyordum ne yapsam diye. Program sırasında 15-20 dakikalık sohbetimizde öyle ilginç hikayeler anlattı ki acaba böyle bir şeyi beraber yapabilir miyiz, diye düşündüm. Daha ortada Kavgaz yoktu, sadece bir fikir vardı.
Birkaç gün sonra bir telefon ettim, görüşebilir miyiz diye sordum…
Mesut Demirbilek: Tabii, bu arada, ben İstanbul’da yaşıyorum, Algan da İzmir’de yaşadığı için, Zoom ve benzeri olaylar da hayatımıza henüz girmediği için telefonla iletişim kuruyorduk daha çok.
Algan Sezgintüredi: Buluştuk, ben yeni bir şeyler yapmak istediğimi söyledim ve dedim ki sadece senin anılarını dinleyip oturup yazmak yerine beraber bir şey yaratalım. Yaratma süreci böyle başladı.
Mutlu Kavgaz, Mesut’un kendisi değil. Ama hayatını baz alıyor. Bir soyadı bulmaya çalışıyordum, Edirne taraflarına baktım, haritaları inceledim, Kavgaz’ı orada gördüm, sonra merak ettim, araştırdım biraz. Devedikeni anlamına geldiğini öğrendim, yanlış bilmiyorsam fonetik açıdan da Kafkas sözcüğünün farklı bir söylenişi. Mutlu Kavgaz’ın melodisi çok hoşuma gitti, Kavgaz böyle doğdu. Mesut Demirbilek’in hayatını temel alan, kurgu bir karakter.
Mesut Demirbilek: Kavgaz, aslında benim doğduğum mahallenin hemen yanında. Çocukken oyun oynadığımız yerler oralar. Kavgaz tabyaları denir, Balkan Savaşları’nda Edirne’nin korunmasında önemlidir, hâlâ da vardır.
Algan Sezgintüredi: Böyle bir tesadüfün gerçekleşmesi, özellikle kitapta tesadüflerin hayata etkisini vurgulayışımızın da altını çizdi.
Mesut Demirbilek: Yani doğal olarak gelişti ama hayatın kendisi de doğal akışta böyle bir şey.
Algan Bey, daha önce yazmadığım türden bir şey yazmak istiyordum, dediniz. Bu yapıtınızın, doğrudan mesleğin içinden gelen birinin deneyimlerine dayanması gibi bir düşünceniz var mıydı?
Ve de Mesut Bey’in daha önce kurgudışı çalışmalar yapmış olmasına ek olarak kurgusal bir çalışma yapmak gibi bir düşüncesi var mıydı? Bu kesişim nasıl gerçekleşti ikinizin arasında?
Algan Sezgintüredi: Benim kafamda net olarak belirlediğim hiçbir şey yoktu, sadece o güne kadar yazdıklarımdan farklı bir şey yapmak istiyordum. Süperben adında, bilimkurgu-fantastik, pek okunmayan bir romanım var, orada da başka bir şey denemiştim; ancak burada polisiye üzerinden yeni bir şey yapmak istiyordum çünkü bir polisiye yazarı olarak tanındım. Polisiyenin birçok türü var ama prosedürel olarak bilinen bu türe girmeye hiç niyetim yoktu. Yine aynı şeye geliyoruz: Tesadüfler getirdi bizi buraya.
Mesut Demirbilek: Benim daha önce Onur Akhan’la birlikte yazdığım Cinayet Sohbetleri ve Hepimiz Katiliz, birer polisiye söyleşi kitabıydı. Orada yaşadıklarımı sohbet içinde anlatmıştım. Her ikisi de kendi hacmini oluşturmuş kitaplardı.
Ama tabii ki edebiyat deyince işin içine roman giriyor. Ben bir edebiyatçı değilim, kendimi bir roman yazarı olarak tanımlamak haddime değil ama cinai soruşturmanın tekniğinden, sahasından, tecrübesinden gelen bir insanım. Bu birikimin bir edebiyatçıyla gerçek bir edebi eserde buluşması gerekiyordu, buna inanıyordum. Bu yüzden bir gün roman yazmak hayalimde hep vardı ama bir edebiyatçı olmadığım için de iyi bir edebiyatçıyla bir eser ortaya koymak, üzerine düşündüğüm konulardandı.
Çünkü seçeneklerin belli: Ya oturup edebi eserler üretmeye başlayacaksın ya da iyi bir yazarla birlikte yola çıkacaksın ve romanını oluşturacaksın. Burada Kavgaz’ın farkı, tek seferlik, iki kişinin öylesine bir araya gelerek yaptığı bir şey olmaması, uzun soluklu bir proje olması.
Algan’la ilk konuştuğumuzda da evet, bir karakter yaratıyoruz ama tek bir kitaplık bir karakter değil çünkü elimizde koca bir tecrübe dünyası var, diye konuşmuştuk. Ben bugüne kadar tecrübelerimi edebiyat dünyasıyla paylaşmaktan hiç çekinmedim. Sinema sektörüyle, televizyon sektörüyle de. Bunu her zaman çok severek yaptım zaten. Ama kendimiz yazmak istediğimizde de yararlanabileceğimiz kocaman bir dünya var, yaşanmışlıklar var, bunları o dönemin penceresinden anlatmaktı benim bütün isteğim. Bunu tek kitapta anlatmak da mümkün değil.
Bugünün penceresinden bakmak değil; o günün, 1987 yılında 22 yaşındaki çaylak bir komiser yardımcısının gözünden o yıllara ve o cinayetlere bakmaktı amacımız.
Yazım sürecini biraz irdelemek istiyoruz; iki yazarın böyle bir yapıtta bir arada çalışma süreci tam olarak nasıl işliyor? Örneğin oturup bir taslak mı çıkarılıyor, bir olay örgüsü mü belirleniyor, bu git-gel nasıl oluyor? Bir de kitabın ne kadarı gerçek olaylara değiniyor, ne kadarı yaratıcı bir dürtüyle ortaya çıkartılıyor?
Algan Sezgintüredi: İki yazarlı kitapların diğer örnekleri nasıl yazılıyor, hiçbir fikrim yok. İki kişi kitap yazan tanıdığım arkadaşlarım var ama ben deneyimli değildim…
Mesut Demirbilek: Benim önceki kitaplarım da iki yazarlıydı, oradan deneyimliyim biraz.
Algan Sezgintüredi: Evet ama benim için yepyeni bir deneyimdi. Biz önce ortamıza telefonları koyup oturduk, Mesut anlattı, ben dinledim. Aklımda hazır sorular vardı çünkü sonuçta gerçek olayları anlatmanın yanı sıra, bir de macera olacak işin içinde, onu kurgulamak için de birtakım verilere sahip olmam gerekiyordu. Başta önce polis teşkilatını, hem de o zamanki teşkilatı, dönemin olan biten ilginç olaylarını dinleyerek ne kurgulayabilirim, diye düşündüm, taşındım.
Benim normalde yazma sürecim; kafamda kaba bir fikrin oluşması, onun üzerine uzun süre düşünmek ve oturup iki hafta-bir ay gibi bir sürede hepsini yazmaktan oluştu şimdiye kadar. Bu sefer de böyle oldu: Çalıştığım yerden bir aylık izin aldım. Kafamda kurduğumu kâğıda dökmeye başladım. Döktükçe bölüm bölüm Mesut’a yolladım, ‘bir itirazın var mı, ne dersin, sence nasıl, ne yapmalıyım?’ diye sorarak. O da özellikle teknik kısımlarda, polis teşkilatını ilgilendiren kısımlarda, şurası şöyle olmaz, burası böyle olur, bu insan böyle konuşmaz, bunu böyle demeyiz, gibi düzeltmelerle ve değiştirmelerle metni şekillendirdi.
Mesut Demirbilek: Benim buradaki katkım sadece hikayeleri anlatmak dışında, o güne ait jargonu, cinayet masasının o günkü olaylarını, aslında o günkü dünyayı doğru şekilde anlatmaktı. Kitabın prosedürel bir polisiye olmasının özelliği de bu: Hem o günü yansıtıyor, hem de o gün kullanılan polisiye süreçleri anlatıyor. Okurun o günkü konuşmaları duyarmış, bu ilişkilere tanık olurmuş gibi hissetmesini istedik. O yüzden jargon o güne ait jargondur, belki bugün gitseniz İstanbul’da aynı konuşmaları, aynı davranışları bulmayacaksınız. Teknoloji anlamında, insan ilişkileri anlamında, personelin evrimi anlamında, o günün koşulları bugünkünden farklı. Biz o güne ait manuel cinayet soruşturma süreçlerini anlatmaya çalıştık.
Algan Sezgintüredi: Şu da bir avantajdı: İkimiz de o dönemde yaşamış insanlarız.
Mesut Demirbilek: Aynı sokaklarda yürümüşüz…
Algan Sezgintüredi: Aynı yerlerde dolaşmışız birbirimizi tanımadan. Yaşadığımız dönemler olduğu için, birebir olmasa da hatırlayabiliyoruz. Bir yandan ben o sene olan önemli olayları da çıkartmıştım, kitabın bazı yerlerinde kullandık onları, Fahri Korutürk’ün ölümü gibi.
Sonraki soruya geçmeden önce bir ek soru soralım, örneğin kitap yazıldı, bitti, editöre gitti. Editörden dosya geldiğinde de birlikte mi baktınız? Yazım süreci dışında bu ikili çalışma düzeninde nasıl bir denge sağladınız?
Algan Sezgintüredi: Orada hoş bir şey var: Editörümüz Eser Demirkan hanımefendi, ‘hayatımda ilk defa bu kadar müdahale gerektirmeyen bir kitapla karşılaştım’ dedi dosya ona gittikten sonra. Bu bizi çok mutlu etti. Birkaç ufak yazım yanlışı dışında editoryal çalışma gerektirecek bir hata çıkmadı kitaptan. Editörlerimiz okuyarak, yorumlayarak yaptılar bu çalışmayı daha çok, minimal değişiklikler oldu.
Mesut Demirbilek: Zaten iki farklı insanın gözünden çıkan bir metinde birinin göremediğini öteki düzeltiyor. Örneğin küçük konular üzerinde oturup tartıştığımız çok oldu, metni ortaya çıkarırken de çok emek harcadığımız için editörlerimize temiz bir tabak sunmaya çalıştık.
Algan Sezgintüredi: Bir de kitabın sonunda teşekkür kısmında ismi geçen insanların, başta ikimizin de eşlerinin katkısıyla, editöre çok temiz bir tabak gönderdik.
Mesut Demirbilek: Tabii, bizim iç editörlerimiz vardı. Onlar bizi bizim kadar tanıyan insanlar oldukları için, örneğin eşim yıllarca benim bu hikayelerimin içinde yaşamış insanlardan birisi ve kendisi de edebiyat mezunudur, iyi bir okurdur, o gözle iyi okur, kızım da aynı şekilde; çok güzel yorumladılar, onların da katkılarıyla ortaya çıktı Kavgaz.
Olay örgüsünde bazı şeyleri Cinayet Sohbetleri’nden çok net hatırlıyoruz, örneğin kesik başın göletten alınması sahnesi gibi. Olay örgüsünün ne kadarı gerçek, ne kadarı yaratıcı bir sürecin sonunda ortaya çıktı?
Mesut Demirbilek: Burada hibrit bir durum var, bence zevkli tarafı da bu. Öncelikle olaylar gerçek. Kişiler gerçek. Ancak o olaylardan ve kişilerden esinlenilmiş kocaman, bizi özgür kılan bir kurgu dünyası var. Ben olayları anlattım, üzerindeki kurgu dünyasını Algan kalemiyle çok güzel işledi. Aslında gerçek olaylardan esinlenilen şeyler yazdık. Sonuçta hepsi şaşırtıcı ve farklılık gösteriyor, kurgunun gücü de burada.
Algan Sezgintüredi: Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, kesik elin bulunmasına kadar olan kısım çok büyük ölçüde gerçek olaylardan geliyor. Gerçekteki kesik el cinayeti, Mesut’un yarım saatte çözdüğü bir cinayet…
Mesut Demirbilek: Maktulün kimlik tespitini yaptıktan sonra çok kısa sürede çözdük.
Algan Sezgintüredi: Ama polisiye edebiyatta böyle bir şey kabul edilemeyeceği için başka türlü bir olaylar zinciri kurduk: Katil yarattık, muamma yarattık. Böyle olmasa kitap bir anı kitabına dönüşürdü, bizim derdimiz polisiye roman yazmaktı.
Mesut Demirbilek: İllaki gerçek olayı anlatmak değildir dava, dava bir de insanların hayal gücünü çalıştırmaktır. Gerçek cinayet böyle sonuçlanmayabilirdi, o olayın sonucu böyle olmayabilirdi diye düşündürmek.
Algan Sezgintüredi: Çantacı mesela: Gerçek cinayette katil başka biri. Benim çantacı bir arkadaşım var, zamanında 1980’lerde çantacılık yapmış, onunla konuşarak, bir başka kuyumcu arkadaşımdan kuyumculuk dünyasına ilişkin bilgi alarak ortaya çıktı, bunları bir araya getirdik.
Seri içerisinde Mutlu Kavgaz’ın ne kadar Mesut Bey’in yaşamından ayrılmasını planlıyorsunuz? Mutlu, seri ilerledikçe Mesut Bey’le paralel mi gidecek, yoksa bir yerden sonra kendi yolunu çizecek mi, bunu kararlaştırdınız mı?
Algan Sezgintüredi: Kararlaştırmadık, kervan yolda düzülür. Ana hattı koruyacağımızı düşünüyorum. Mesut’un ilerlemesi gibi Mutlu da üç sene sonra komiserliğe yükselecek, onun ardından başkomiser, emniyet amiri olacak. Mesut’un hayatından ne kadar malzeme alırsak alalım, sonuçta kurgunun ağır basacağı kanısındayım.
Mesut Demirbilek: Doğru söylüyor Algan, şu anda elimizde referans aldığımız bir temel var. Prosedürel polisiye yazdığımız için şu anda 1987-1990 yılları arasındaki süreci yansıtmaya çalışıyoruz. Bunlar Türkiye’nin farklı yıllarıydı, Kavgaz’ın da komiser yardımcılığı ve çıraklık yılları olacak. Sonra aradan yıllar geçecek, daha sonra başkomiserlik dönemi, büro amirliği, bölge amirliği, dedektiflerin başında ustalığı oluşmuş bir karakter olarak da göreceğiz Kavgaz’ı. 1994-1997 arası da Türkiye açısından çok önemlidir, yani İstanbul’un ve Türkiye’nin çok sıcak yıllarıdır onlar. Son olarak da emniyet müdürü olmuş bir Kavgaz’ı, 2002-2005 yıllarında göreceğiz, yine emniyette farklılıklar görülen yıllar… Kavgaz, Mesut Demirbilek’nin eski meslek hayatıyla bir paralellik gösteriyor mu, gösteriyor. Ama kurgunun sağladığı özgürlüğümüzü bırakmayacağız.
Algan Sezgintüredi: Sonuçta bizim hedefimiz, polisiye roman yazmak. Türkiye’nin portresini çizmek, belgesele döndürmek, siyasi taraflara girmek gibi şeyler tehlikeli. Yasal olarak değil, edebiyat açısından tehlikeli çünkü sonuçta biz edebiyat peşindeyiz, başka şeylerin hesabını sormak peşinde değiliz, oturup o dönemleri yargılamaya kalkmıyoruz, kalkmayacağız da.
Mesut Demirbilek: Çok güzel özetledin, Algan.
Yan karakterler, bize kalırsa, kitabın gizli silahı. Bizim keyifle okuduğumuz, çok iyi çizilmiş yan karakterler vardı ve diyalogları da çok doğal bir diyalogdu. Yan karakterlerin ne kadarı Mesut Bey’den, ne kadarı Algan Bey’den?
Mesut Demirbilek: Yan karakterler aslında bende de o etkiyi bırakmış olan gerçek insanlar. Bazıları tam anlamıyla gerçek kişi, bazıları birkaç kişinin karakterinin birleştirilmiş hali. Cinayet Büro’da bahsettiklerimizin hepsi gerçek karakterler, onları anlatmaya çalıştım. Ama Algan’a burada tekrar teşekkür edeyim, o insanları oturup ben size sabaha kadar anlatabilirim ama Algan onları kalemiyle o kadar güzel çizdi ki bakın istediğimiz etki sizde oluşmuş, güzel tarafı bu. Aynı yorumları pek çok kişiden ve meslektaşlarımdan da aldım, bazı arkadaşlarım yan karakterleri okuyunca ‘Aa! Bu karakter, filanca abi’ydi!’ diyorlar, hemen anlıyorlar.
Algan Sezgintüredi: Sedat Ulamış karakterini aldığımız abimiz, geçen sene vefat etti. Mesut onun Instagram’da resmini paylaştığı zaman, tabii vefatına üzülmemin dışında, çok da sevindim! Çünkü kafamda canlandırdığım tipe acayip benziyordu. Geçtiğimiz günlerde de Sabri Ateş karakterini aldığımız abinin resimlerini gördüm, hiç benzemiyor kafamdakine! Gerçekten yarı kurgu, yarı gerçek her şey. Yarı gerçekliğin kuvveti, yarı kurgunun mahareti, Mesut’un dediği gibi, bir hibrit sahiden. Mesut’a da hep söylerim, Shakespeare’in en başarılı tarafı, kötü karakterlerin ve yan karakterlerin son derece canlı kanlı ve gri tipler olması. Ne siyah ne beyaz olması. Biz de buradan yola çıktık.
Bir de çok önemli bir seçim yapmak zorunda kaldık: Yan karakterlerin önemini biliyoruz, figüran değiller, fakat öte yandan işin o tarafına girecek olursak kitapların Game of Thrones’a döneceği kadar da çok malzeme var. Ama orada bir seçim yapmak zorunda kaldık, burada birtakım nahoş gerçeklerin payı var; bunların başında okurumuzun yabancı olmadığı sürece kalın kitaptan uzak durması geliyor. Murakami’yi 800-900 sayfa okuyorlar ama bize gelince ‘ne olur 250 sayfadan uzun olmasın’ diyorlar. Bu yüzden de bazı şeyleri sınırlıyorsunuz.
Kavgaz serisi uzun yıllar sürecek, proje bu yönde. Ne kadarı projelendirildi, kaç kitap düşünülüyor, ne kadarı yazıldı?
Algan Sezgintüredi: İkinci kitabın sohbet kısmının büyük bölümünü bitirdik. O belli, yazılmayı bekliyor. Üçüncü kitabın da konusunu biliyoruz aşağı yukarı, o da belli. Ondan sonrasını henüz konuşmadık. Piyasamız çok şahane bir piyasa olmadığı için, bu işin bir de ticari tarafı var, yayınevinin Kavgaz’ı basmaya devam etmesi için bir motivasyonunun olması gerekiyor. Kavgaz başarısız olursa ikinci, üçüncü kitabı basmak da istemeyebilirler. Ama amacımız dokuz kitaplık bir seriye ulaşmak.
Mesut Demirbilek: Bir kere hayalimiz, üç tane üçleme. Üç ayrı döneme ait üçer kitap. Ama şu anda bizim bütün odaklandığımız, ilk üçlememiz. İlk üçlememizde eğer biz okurlarımızı mutlu edecek güzel eserler koyabilirsek umut ediyorum ikinci üçlemede de ilgi çekeceğiz.
Bunu duymak okur olarak bizim için çok sevindirici. Türk polisiyesinde bu kadar ciddiyetle projelendirilen ve geleceği uzun görülen bir seri olması, kendi başına bir artı. Peki, Kavgaz, Türk ve dünya yazınında hangi karakterlerle ve hangi serilerle rekabet ediyor?
Algan Sezgintüredi: Kavgaz’ın kurgu kısmını yaratırken benim kafamda İngilizlerin meşhur Müfettiş Morse’u vardı. Onun gençliğini anlatan Endeavour diye bir dizi de var. Oradan ilham aldığımı söyleyebilirim karakteri kurgularken. Onun ulaştığı bir yere ulaşabilirsek acayip mutlu olurum ben açıkçası.
Ancak, İngilizce konuşulan ülkelerin piyasasına girmek imkansıza yakın. Orhan Pamuk, Tanpınar’dan bir eser, Kürk Mantolu Madonna… Beşi onu geçmez girebilenler, onları da Penguin Classics alır. Türkçe bir eserin İngilizceye ya da başka dile çevrilmesi bir kere başlı başına bir yatırım. Çevirmenler çok büyük ödemeler istiyorlar. Haksız da değiller.
Ama seviye olarak, kültürel kalite olarak Endeavour düzeyinde olsa çok mutlu olurum. Edebiyat kalitesi olarak en tepede kimler varsa onların yakınına ulaşabilmek bizim için büyük bir şeref olur açıkçası.
Mesut Demirbilek: Ortada çok kaliteli bir iş var. Gerçek süreçlere dayanan bir iş var. Bir kopyala-yapıştır işi yapmıyoruz. Sanatla bilimi birleştirerek ortaya çıkardığımız bu eserin muhakkak hak ettiği değeri bulacağını düşünüyorum, Türkiye’de de yurtdışında da. Tabii zaman alacak, birkaç kitap sonrasında belki bunları görebileceğiz, ama ben bu konuda ümitliyim.
Çünkü o dönemlerde; İstanbul’da da, Avrupa’da da, Amerika’da da, Ortadoğu’da da, Asya’da da benzer prosedürel konuları görürdünüz. O yüzden insanlara çok yabancı gelmeyecektir.
Mesut Bey, meslekten geliyorsunuz, Cinayet Sohbetleri ve diğer yapıtlarınızla edebiyat dünyasına biraz girmiştiniz, şimdi bir romanla girdiniz. Bir polisin polisiye dünyasına geçmesi nasıl bir duygudur, bakışınızda, yaklaşımınızda bir şey değiştirdi mi? Algan Bey’in de yılların polisiye yazarı olarak bir polisle birlikte bir roman yazması ve prosedürel bir yapıt ortaya çıkartması nasıl bir durumdur?
Mesut Demirbilek: Benim çok arzu ettiğim bir şeydi. Kalemim kuvvetlidir ama teknik konularda kuvvetlidir; sanatta da kuvvetli olsaydı, bunu da yapmak isterdim.
Ama geçmişte benim mesleğe başlamama sebep olan da polisiyelerdir. 70’lerde Komiser Columbo’yu, Baretta’yı izlerken, bir gün cinayet masasında dedektif olmaya karar vermiştim. Columbo ve Baretta iki ayrı profilde kahramanlar: Birisinde zekâ ve akıl öndeyken, öbür tarafta aksiyon daha ön planda. Birinden biri olmak istiyordum ama karar veremiyordum hangisi olmak istediğime. İkisini birden olabileceğimi anlayınca başladı benim kariyerim.
Ben paylaşmayı çok seven bir insanım. Daha önce kendi imkanlarımla, ancak insanlara anlatarak, anılarımı paylaşarak, polisiye yazarlara destek olmaya çalışıyordum, bunu da yıllardır yapıyorum. Ticari de yaklaşmıyorum buna. Polisiyelerde o kadar çok yanlış vardır ki rütbelerden başlayarak… İnsanlar kitaplarına o kadar emek verir ama o yanlış nedeniyle onlar ucuz eserlere dönüşür. Bu konuda çok eleştirim de olmuştur.
Baktım ki eleştirmekle olmuyor, o zaman destek olayım dedim. Edebiyatın içerisine böyle gönüllü danışmanlıklarla önceden girmiştim, Algan’la böyle bir fırsat oluşunca, bu beni çok heyecanlandırdı tabii.
Algan Sezgintüredi: Ben baştan şunu not düşeyim: Polisiye edebiyat, polis edebiyatı değildir, işin o tarafı biraz karıştırılıyor. Karakterlerin polis olması gerekmiyor hiçbir zaman. Bizde polisiyenin Abdülhamit döneminde Fransızcadan gelmesinden kaynaklı olarak, polisiye de Fransızca bir kelime olduğu için, karıştırılıyor. Polis hikayesi değil bizim derdimiz, muamma içeren suç edebiyatı.
Mesut Demirbilek: ‘Mystery’ denmesi ondan İngiliz edebiyatında… ‘Suç edebiyatı’ diyebilir miyiz?
Algan Sezgintüredi: Suç edebiyatının alt koludur polisiye. Sonuçta mesela Suç ve Ceza da suç edebiyatına dahildir, ama Karamazov Kardeşler polisiyedir, aradaki fark bu. İşin içinde bir soruşturma olacak, bir çözümleme olacak, mantık yürütülecek, deliller toplanacak, sorgulamalar olacak… Edgar Allen Poe’nun Morgue Sokağı Cinayetleri’nden beri polisiye edebiyat bunları kapsıyor.
Soruya dönünce, ülkemizde benim hayatım boyunca oluşan polis imgesi, en hafif tabiriyle ürkütücü bir imge. Ben polisiye yazarken, defalarca polis karakoluna gidip de sorayım istedim ama cesaret edemedim hiçbir zaman. Mesut, tanıyan herkes için kafalarda oluşmuş genel polis imgesini paramparça eden bir insan. O açıdan benim için çok büyük bir mutluluk ve şans.
Ucundan kıyısından bu dünyanın içine girmek, insanları tanımak, prosedürleri görmek, bana yeni bir bakış açısı kattı sahiden. Önyargılı olmamak gerektiğini bir kez daha öğrendim. Mesut’un bana öğrettiği şeylerin başında da tarafsız bakmayı başarabilmek ve her şeyin siyah beyaz olmadığını görmek geliyor. O açıdan çok mutluyum, çok şey kattı bana. Anlatım tarzımı da daha önceki kitaplarımı okuyanlar fark etmişlerdir belki, biraz değiştirmeye çabaladım açıkçası.
Mesut Demirbilek: Algan, bütün dünyamızın Behzat Ç. karakterleriyle dolu tipler olmadığını da görmüş oldun, değil mi? Ne enteresandır ki insanlar da Behzat Ç. karakterini çok sevmiş.
Algan Sezgintüredi: Behzat Ç. çok iyi bir polisiye değil ama çok iyi bir polis draması. Drama kısmı çok kuvvetli, karakterlerin yaşadıklarıyla, yan karakterleriyle… Muamma kısmı, polisiye edebiyatla ilgili kısımları çok güçlü değil bence ama dram kısmı çok güçlü, o yüzden çok beğenildi, ben de o yüzden çok seviyorum.
Çok ufuk açıcı bir etkileşim oldu hem suç yazınıyla ilgili, hem bu çizginin aşılmasıyla ilgili. Ayrıcalıklı hissediyoruz kendimizi buna tanık olduğumuz için.
Algan Sezgintüredi: Rica ederiz, bu kadar ilgilenen okurlarla bir arada olmak bizi çok mutlu ediyor. Türk edebiyatının bütün yazarları için de aynı şeyin geçerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü edebiyat iklimimiz kısır değil, okur iklimimiz de kısır değil aslında ama arada birtakım engeller mi var, anlaşılmayan şeyler mi var, bilmiyorum. Yine de ucundan bile olsa bunları kırabilmek çok değerli.
Altı Üstü Kitap suç yazını için, gerilim yazını için güçlü bir platform olarak yaşamını sürdürecek. Umarız böyle güzel kitaplar olur, sizlerle sohbet etmek olanağı olur da üzerine konuşacağımız güzel şeyler olur. Bizim Altı Üstü Kitap’ta istediğimiz şey, çorbada tuzumuz olsun, taş üstüne taş koyalım. Bunun için bizi güdüleyen şey de güzel yapıtlar. Buradan da güzel bir yere bağlayacağım: Kavgaz’ı okuyup beğenmiş okur, Türk polisiyesinde başka neleri okusun?
Algan Sezgintüredi: POYABİR üyelerinin çok büyük bir kısmının gönül rahatlığıyla okunabileceğini söyleyebilirim. Keşif aslında biraz okura kalmalı.
Şu sıralarda yazılanlardan özellikle dikkat çekenler neler?
Mesut Demirbilek: Neyi okuyacağımı söyleyeyim: Geçenlerde bir davette Tuna Kiremitçi’yle tanıştık, Perinin Ölümü’nden bahsetti, ‘Bir Başkomiser Perihan Uygur Romanı’. Tatilde bunu okumak için çok heyecanlıyım. Çünkü kadınların da polisiyede yer bulması çok istediğim bir şeydir. Yıllarca polisiyede de, benim polislik yaşamımda da kadın yoktu.
Bazen okurlarımız haklı olarak, ‘Kavgaz’da niçin kadın karakter yok?’ diyor, çünkü yoktu! 1987 yılında İstanbul Cinayet Masası’nda kadın yoktu. Hatta ilk alınan kadın görevlimiz 1992 ya da 1993’te başlamıştı bizde. Ama polisiyemizde kadınların daha çok yer almasını çok istiyorum, o açıdan Tuna’nın bu hareketini destekliyorum. İzmir’de çalışan gerçek bir başkomiser arkadaşımızdan esinlenerek bunu yazmış, ben de okuyacağım.
Algan Sezgintüredi: O konuda bana da eleştiri geldi aslında ama Mesut’un dediği gibi, o dönemde Türkiye’de değil, dünyada da neredeyse yok kadın dedektif, 2000’lerden sonra yaygınlaşıyor. Orada biz bir seçim yapmadık. Acayip erkek bir dünya anlatılıyor çünkü gerçekten öyleydi o zamanlar.
Belki de bizim Kavgaz serisi boyunca bu değişimi de bir nebze görme şansımız olacak.
Algan Sezgintüredi: Elbette.
Mesut Demirbilek: Olacak. Ama ikinci üçlemede olacak çünkü ona denk geliyor.
Algan Sezgintüredi: Tabii, bilgisayarın gelmesi, cep telefonunun gelmesi, DNA analizinin gelmesi, güvenlik kameralarının yaygınlaşması, bunların hepsi peyderpey görülecek. Ama o işin yapıldığı zamanki zorluğu da göstermeye çalıştık.
Kavgaz’ın Türk suç yazınına çok özgün bir girdi olduğunu düşünüyoruz. Eminiz bundan sonraki yapıtlar da bu özgün yeri koruyup geliştirecek, biz de çok büyük zevkle okuyacağız. Çok teşekkür ederiz.