Can Güçlü
The Guns of Navarone (Collins, 1957), gerilim yazınının büyük klasiklerinden biri. İlk kez 1957 yılında, İngiltere’de yayınlandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük popülerlik kazanan macera ve gerilim romanlarının öncülerinden oldu. Yazarı Alistair MacLean, sonrasında da çok ilgi gören yapıtlar üretti, Soğuk Savaş’ın Batılı yazarları arasında anıtlaştı.
The Guns of Navarone’un, Navaron’un Topları (İnsel Kitabevi, 1963)adıyla, saptayabildiğime göre, 1963’te birkaç Türkçe çevirisi yayınlandı. Bunun, kitabın uluslararası popülerliğinden çok, 1961 yılında kitaptan uyarlanan filmin gördüğü ilgiden kaynaklandığını öne sürmek herhalde haksızlık olmaz. Sonrasında kitabın yeni baskıları yapıldıysa da bugün güncel Türkçe baskısı bulunmuyor.
Öykü, Ege Denizi’nde yer alan, MacLean’ın düşgücünden çıkma Navarone adasına gerçekleştirilen noktasal bir saldırı üzerine kurulu. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ordularının Yugoslavya ve Yunanistan’ı eşzamanlı olarak işgal etmesinin ardından Ege’de kurduğu baskınlık, Karo adası dışındaki tüm adaların Alman egemenliğine geçmesiyle sonuçlanıyor. Yalnız Karo adasında 1200 İngiliz askeri var, oysa İngiliz istihbaratının elindeki bilgilere göre Karo’ya da kapsamlı bir Alman saldırısı yolda ve İngilizlerin bunu engelleyecek gücü yok. Eğer bir şey yapmazlarsa, 1200 askeri göz göre göre Almanlara kurban etmiş olacaklar.
İngilizler Alman saldırısını püskürtecek hava üstünlüğüne sahip değiller, ancak saldırı gerçekleşmeden önce 1200 askeri Karo’dan çekebilir ve böylece can kaybını önleyebilirler. Burada da asıl sorun ortaya çıkıyor: Navarone’da yer alan kale, Karo’ya giden deniz yollarına egemen ve kale devasa uzun menzilli toplarla donatılmış. Dolayısıyla yalnızca tahliye için kullanılacak bir konvoy bile Karo’ya Navarone’daki toplar susturulmadan ulaşamaz.
Topların susturulması için Navarone’un bombalanması denenmiş, başarısız olmuş. Paraşüt birliği indirilmesi denenmiş, başarısız olmuş.
Bu nedenle Navarone’a bir özel saldırı tasarlanıyor: Keith Mallory’nin önderliğinde çok küçük bir grup deniz yoluyla, göze çarpmadan Navarone’a çıkacak ve topları yok edecek. Ama, her an bir saldırı için tetikte bekleyen Alman askerleri nasıl atlatılacak? Almanların düşman beklemedikleri bir noktada belirerek.
Yaklaşmaya uygun nokta olarak, adanın denizle buluştuğu uçurumlar seçiliyor. Bu sarp kayalıklarda çok az nöbetçi tutulması boşuna değil, çünkü bu noktadan adayı işgal amacı taşıyan ciddi bir birlik çıkartılması olanaksız. Olağan koşullarda cerrahi bir vuruş için adaya çıkan küçük bir takımın da bu uçurumun üstesinden gelip adaya ulaşması beklenmez, ama Keith Mallory tam da bunun adamı, çünkü Mallory dünyaca ünlü bir dağcı.
Kitabın kurgusu da, Mallory’nin planı da, küçük bir takımın önce bu uçurumu tırmanarak adaya ulaşması, ardından Yunan kasabasında bulunan İngiliz dostu Yunanlarla değinti kurulması ve ardından adadaki kaleye sızılarak topların bombayla patlatılması planı üzerine kurulu. Elbette işler planlandığı gibi gitmiyor, bütün takım yakalanıyor ve sezdirmeden gerçekleştirilmesi istenen sızma hareketi adanın bütününü kapsayan ölümcül bir kovalamacaya dönüşüyor.
Kitap, yazıldığı dönemden ve türün o zamanki genel durumundan beklenecek bir tür hantallık taşıyor. Bugün gerilim romanlarının çok daha hızlı, çok daha akıcı, bazen daha sivri olmasını bekleriz, gerçi bu konuda bana karşı çıkabilecek kişiler de olabilir, ama MacLean, özellikle de savaşın bu denli ortasından çektiği bir kurguyu yer yer durma noktasına dek yavaşlatıyor. Sıkıcı ve okuması zor bir kitap değil bu, ancak ‘Batılı istihbarat ve savaş romanı’ dendiğinde aklınıza gelecek sürükleyici ve heyecan uyandırıcı atmosferi de taşımıyor.
Buna karşın, boş karakterlerin boş bir kurgu içinde yalnızca aksiyon olsun diye oradan oraya sürüklendiği bir kitap da değil. Öykü oldukça oturaklı bir öykü, karakterler de bununla bağlantılı olarak iyi geliştirilmiş karakterler. Bu eleştirilerimi, kitabın gerçekten de türün öncülerinden biri olduğunu akılda tutarak okumanızı rica ederim, çünkü ‘bugün olsa bunu beklerdik’ dediğim koşullara MacLean gibi yazarların yapıtları üzerinde yürüyerek ulaştı Batılı gerilim yazını.
Bir not olarak, MacLean kitap boyunca Türklere ve Türkiye’ye oldukça nesnel ve gerçekçi yaklaşmış diyebiliriz. Türkiye’nin diplomatik tutumu, coğrafi konumu ve hem Almanların hem de İngilizlerin Türkiye’yi tavlamaya çalışmaları, hiç da öncelikli bir konu olmayarak, diyaloglarda yer yer işlenmiş.
Beni özellikle etkileyen şey, adadaki kovalamaca sahneleri sırasında yer verilen silahların ve çatışma yöntemlerinin çeşitliliği oldu. Tüfekler ve tabancalarla donatılmış bir takımı yine tüfeklerle donatılmış Alman askerlerinin kovalamasını okumuyoruz yalnızca. İşin içinde keskin nişancılar, havan topları, uçak bombalamaları var. Denebilir ki aslında büyük savaşları öykülemek için yola çıkmamış bulunan MacLean, Navarone adasında bulunan askeri koşullar elverdiği ölçüde kullanılabilecek bütün savaş aygıtlarını kullanıyor. Ortaya da gerçek anlamıyla bir savaş romanı değilse de savaş içinde geliştirilmiş iyi bir gerilim çıkıyor. Bu anlamda, kitabın bütün bir savaşı öykülemek gibi bir amacı yoksa da, elimizde İkinci Dünya Savaşı’ndan canlı bir panoramik kesit kalıyor.
Kitabın temposundaki dengesizlik, öykünün bazı yerlerde çok özgüvenli, bazı yerlerde çok titrek davranması, bütüne bakıldığında gözardı edilebilecek sorunlar.
The Guns of Navarone, kusurlarına karşın, klasik olmanın hakkını veriyor. Neredeyse 70 yıl önce yazılmış ve İkinci Dünya Savaşı gerilim yazınının öncülüğünü yapmış bir kitap bugün, elbette bir ölçüde tarihsel değeriyle olsa da, içten bir merakla okunmayı hak ediyor ve türe düşkün bir okurun kaprislerini de önemli ölçüde kaldırabilecek nitelikte.
Okumalı mısınız?
Eğer gerilim türünün düşkünüyseniz ve tarihiyle ilgileniyorsanız, okumaktan mutlu olabilirsiniz. Eğer bir İkinci Dünya Savaşı gerilimi arıyorsanız ve kitabın eskiliği sizi çok da irkiltmeyecekse, yine okuyabilirsiniz. Eğer yüksek beklentileriniz varsa ve sizi bir kez yakalayınca bir daha bırakmayacak bir kitap arıyorsanız, ya da gerek yazınsal değeri, gerek tarihsel değeri dolayısıyla bir kitaba fazladan duygusal yatırım yapacak durumda değilseniz, The Guns of Navarone ve daha pek çok klasik gerilim yapıtının omuzlarında yükselmiş daha çağdaş bir kitap sizi daha çok mutlu eder.