Savaşın ortasında bir çocuğun aidiyet arayışı: Örümceklerin Yuvalandığı Patika

Oğulcan Yıldırım

Bu yazıyı yazarken biraz heyecanlıyım doğrusu. Bırakın bir kitap incelemesi yazmayı, elime bir kitap alalı dahi uzun zaman oluyor. Her akademisyenin, veya akademisyen olma yolunda gittiğini düşünenlerin, “makale okumaktan/akademiden vs kitap okumaya zaman kalmıyor” şeklindeki popüler bahanesine ben de sıkıca tutunmuş durumdaydım. Gerçekten de zamanın kalmadığı anlar hepimizin hayatında olabiliyor, ancak ben yine de bu yavaş yavaş körelen edebi yanımı tamamen öldürmemek için uğraşıyorum. Tüm bunları incelemenin başında anlatmamın sebebi ise Örümceklerin Yuvalandığı Patika’nın benim gibi benzer durumlardan geçen insanlar için “okumaya, keyif için okumaya” güzel bir yeniden dönüş aracı olabileceğini düşünmem. Bu hafif, akıcı ve kısa kitap, hikayesinin ilgi çekiciliğinin yanı sıra bir veya iki oturuşta kendini bitirten cinsten.

Örümceklerin Yuvalandığı Patika’da Italo Calvino bize 2. Dünya Savaşı’ndaki İtalya’yı Pin isimli bir çocuğun hikayesi aracılığıyla anlatıyor. Fuhuş yapan ablasının yanında yaşayan Pin, çarpık deneyimlerle büyüdüğü için yaşıtlarına kıyasla müstehcen konular onu rahatsız etmiyor. Aksine, Pin bu özelliğiyle gurur duyuyor. Kasabadaki yetişkinlerle ablası hakkında konuşabiliyor, onlarla sakalaşıp küfürleşebiliyor. Yaşıtlarıyla anlaşamadığından, veya yaşıtlarının aileleri çocuklarının Pin’le takılmalarını istemediklerinden, Pin kendisini aslında pek de anlamlandıramadığı yetişkinlerin dünyasında buluyor. Pin her gün sokaklarda yetişkinlerle dalga geçiyor, dedikodular anlatıyor, geceleri ise meyhanede şarkılar söylüyor, ablası hakkında şakalar yapıyor ve yetişkinlerle eğleniyor. Gerçek ise Pin’in çok yalnız olduğu, ve gördüğü veya duyduğu her şeye rağmen onun halen bir çocuk olduğu. Yaşıtlarıyla takılamayan, yetişkinlerin ise hiçbir zaman gerçek anlamıyla aralarına alınmayan bir çocuk. Kitap ilerledikçe anlıyoruz ki Pin yaptığı her şeyi yetişkinlerden ilgi ve sevgi görebilmek için yapıyor.

Savaş İtalyası’nda ise Pin yetişkinler için sadece bir eğlence, hatta bazı zamanlar bir rahatsızlık konusu. Bazen yetişkinler savaştan, direnişten ve faşistlerden bahsederken Pin onları hiç anlamıyor, ama terk edileceğinden korktuğu için yine de bu sohbetlere katılmaya çalışıyor. Yine de bu tarz konular açıldığında Pin mutsuz oluyor, çünkü yetişkinlerle iletişim kurmasının tek yolu onlara -aslında pek de anlamadığı- cinsellik üzerinden sataşmak. Tüm bu ilişki dinamiği ise bir gün meyhaneye gelen Partizan Komite lideri ile değişiyor. Pin neler olduğunu ve Komite’nin kim olduğunu anlamıyor, üstüne üstlük tüm yetişkinlerin ciddi bir sessizlik içinde olması ve hiçbirinin Pin ile ilgilenmemesi canını sadece daha fazla sıkıyor. Tüm bunlar yetişkinlerin Pin’e bir görev vermesiyle değişiyor: Pin’in ablasının sürekli beraber olduğu Alman subayının tabancasını çalmak. Böylece Pin yetişkinlerin arasında saygı görecek, herkes onu tebrik edecek ve Pin sonunda bir yere ait olacak.

Pin’in bir görev ile başlayan yolculuğu sırasında karşılaştığı partizanlar, kara gömlekliler, Almanlar ile Calvino aslında bize 2. Dünya Savaşı İtalyası’nda sıradan insanların başından geçen savaş ve yıkımı arka planda ustaca anlatıyor. Hikayenin güzel yanı bana kalırsa, ve İtalyan edebiyatındaki benzer konulu diğer çoğu kitabın da başarıyla yaptığı gibi, bize savaş İtalyası’nda sıradan insanları anlatabilmesi. Partizan olmuş sıradan bir aşçı, önce partizanlarla sonra kara gömleklilerle çalışan silah sevdalısı bir ergen, eski bir jandarma… Bu süreçte normal hayatlarından koparılan ve isteseler de istemeseler de savaş ve yıkımın bir parçası haline gelen bu insanların, savaşın gerçeklikleriyle harmanlanan gündelik hayatlarını görebilmemiz. Şehirler bombalanırken yaşanan aşklar, hayal kırıkları ve şarkılar. Ne iyilik abidesi sınıf bilinçli partizanlar, ne de kötünün kötüsü faşistler, sadece ve sadece insanlar, bir şekilde o tarafa veya bu tarafa sürüklenmiş insanlar.

Örümceklerin Yuvalandığı Patika, 2. Dünya Savaşı’nda direniş hareketlerine katılan Italo Calvino’nun ilk kitabı, bize bu durumu bir çocuğun gözünden sunuyor. Yaşıtlarıyla anlaşamayan, yetişkinlerin ise tam olarak arasına almadığı, yalnız bir çocuğun bir yere ait olma çabası ve bu çabalar sürerken İtalya’da bitmek bilmeyen savaş.

Okumalı mısınız?

Bu kitabı iki sebepten dolayı öneriyorum; birincisi, ilk paragrafımda bahsettiğim gibi herhangi bir sebeple okumaktan uzaklaşanlar için güzel ve hafif bir geri dönüş kitabı olduğunu düşünmem; ikincisi ise son paragraflarımda anlattığım, savaşın yıkımını ve gündelik hayatı, ve bunların birbiriyle etkileşimini ince bir şekilde gözlerimizin önüne serebilen bir yapıt olması. Bana kalırsa İtalyan edebiyatının en güzel başarılarından biri savaşı ve hayatı çok etkileyici ve sıradan bir şekilde aktarabilmesi. Bu alanda okuduğum diğer kitapların incelemelerini de bir gün yazmak dileğiyle.

Blog at WordPress.com.