Eğlenceli ve ‘bizden’ bir dedektif romanı: Çıplak Ceset

Can Güçlü

Türk suç yazınıyla karmaşık bir ilişkim var.

Okumaya başladığımdan beri -Altı Üstü Kitap Podcast’in ilk bölümünde söylediğim üzere Enid Blyton kitapları çocukluğumun belirleyici yapıtlarındandı- kişisel yazınsal zevkim suç yazınının çevresinde gelişti. Türleri adlandırma konusunda duyarlı davranacaksak buna daha geniş bir ana tür olarak gerilimi ekleyebiliriz -ki Türkçede bu türlerin ve alt türlerin adlandırılmasında olduğu gibi uygulanmasında da bazı karışıklıklar var, ama bu başka bir yazının konusu-.

Yıllar içinde, özellikle de yetişkin okurluk yaşamımda, Türk yazınında kendime özgü bir zevk edindim. Hangi yazarları neden sevdiğimi, hangi yazınsal tarzlardan ve yaklaşımlardan hoşlandığımı, hangi yapıtların ve yazarların Türk yazınını varsıllaştırdığını düşündüğümü uzun süren bir deneme-yanılma dengesi içinde ana hatlarıyla anladım, bu kavrayış sürecim de hala sürüyor.

Buna karşılık suç yazınında nelerden hoşlandığımı, ne tür şeylerin beni heyecanlandırdığını da kendi kişisel zevkim içinde bir mantığa oturtabildim ve kendimce bir kavrayış geliştirebildim. Okurluğun doğası gereği Türk yazınıyla olduğu gibi uluslararası suç yazınıyla ilişkim de süreğen ve dinamik bir ilişki, bu nedenle bu söylediklerim elbette kesinkes oluşmuş, değişmez ve katı bir zevke işaret etmiyor.

Hem Türk yazınını hem de suç yazınını yürekten seven bir okurun Türk suç yazınıyla ilgili de özgün bir zevk ve yaklaşım geliştirmiş olmasını beklemek herhalde mantıksız olmaz, ama benim için iş hiç de böyle olmadı. Türk suç yazınını yeterince derinlemesine okuyamadığım gibi okuduğum örnekler de beni gerçek anlamıyla yakalayan, ‘işte bu!’ dememe yol açacak yapıtlar olmadı.

İşte tam da bu nedenle Türk suç yazınıyla ilişkim biraz karmaşık. Bir yanıyla kendimi okuma alışkanlıklarımla olduğu denli yazma tutumum bakımından da türe ait görüyorum, bir yandan da türü yeterince okumuş olmadığım gibi okuduklarımla yeterli ölçüde bağ kurabilmiş de değilim.

Bu uzun girişin nedeni şu: Celil Oker’in Çıplak Ceset’ini okudum (Altın Kitaplar, 2021). Hem Oker’in Türk polisiyesinde bulunduğu konum dolayısıyla hem de kitabın bana düşündürdükleri dolayısıyla kitaba ilişkin görüşlerimi Türk suç yazınına ilişkin yaklaşımımdan bağımsız ele alamadım, bu nedenle de sözlerime Türk suç yazınıyla kendimce hesaplaşmadan başlayamadım.

2019’da yitirdiğimiz Celil Oker’in Türk polisiyesinin büyük ustası olarak nitelendiğine birden çok kez tanık olsam da, bir nedenden dolayı, belki de sütten ağzım yandığı için, kitaplarını okumakta hiç aceleci davranmamıştım. Altın Kitaplar geçtiğimiz aylarda bütün kitaplarını tek bir dizide toplayıp yeniden basınca, sanırım biraz da kapaklardan dolayı, ilgilendim. Açıkçası pişman da olmadım.

Oker, kitaplarında Remzi Ünal adında bir özel dedektifin başından geçenleri öykülüyor. Çıplak Ceset de bu kitapların ilki. 140 sayfalık kısacık bir kitap, üstelik baskı boyutları da küçük, İngilizlerle Amerikalıların çoğunlukla mass market paperback dedikleri baskılarda kullandığı boyutlarla, cebe sığacak biçimde basılmış. Yeterince ilgilenen birinin sabah evden çıkarken kitabı cebine atıp otobüste-dolmuşta ya da gün içinde bulduğu boşluklarda kitabı okuyup bitirivermesi işten değil.

Remzi Ünal, türün Batılı örneklerinde sıklıkla gördüğümüz gibi bir özel dedektif. Kendisi eğlenceli biri, başı da beladan kurtulmuyor. Ne noktada beceriksizlik yapacağı, ne noktada kıvrak bir kavrayış gösterip bütün gizemi çözüvereceği tam olarak belli olmuyor, karakter bir ölçüde kurgunun gereksinimlerine göre ya bir yana ya öbür yana eğiliyor.

“Remzi Ünal… Şu, Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendine saygısı olan hiçbir ‘frequent flyer’ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf çartır şirketlerinde bile tutunamayan, sayenizde MS Flight Simulator’ın Cessna’sını bile adam gibi indirmekten aciz eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal…”

Remzi Ünal’ın sevilesi ve okunası biri olması, kitabın başarısının büyük bölümünü oluşturuyor, çünkü romanın anlatıcısı da kendisi. Olan biten her şeyi Ünal’ın gözünden görüyoruz, bu nedenle bizi kesintisiz olarak ilgili tutması, eğlendirmesi ve heyecanlandırması gerekiyor. Başı belaya girdiğinde onun için heyecanlanmalı, başarı gösterdiğinde bir doyum duygusu yaşamalıyız, çünkü kitap küçük ölçekli bir kitap ve bu saydıklarım dışında bizi yakalayabilecek pek az öğe barındırıyor.

Kaba bir özetle, Remzi Ünal’ın dedektiflik ilanını gazeteden gören Tarsuslu varsıl bir iş adamı, -Oker’in de mezunu olduğu- Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan ve bir süredir yitik olan yeğenini bulması için Ünal’a başvuruyor. Ünal bunun oldukça basit bir iş olacağından emin, çocuğu arayıp bulacak, amcasının gönderdiği paketi ona ulaştıracak, parasını alıp, evinde Microsoft Flight Simulator oynamayı sürdürecek.

Oysa çocuğu bulmak beklediğinden daha güç, üstelik hem Boğaziçi’nde hem de işvereninin mesleki çevresinde kendisine engel çıkarmak isteyenler var. İşvereninin isteklerini yerine getirmek için girdiği bir dairede çıplak bir cesetle karşılaşmasıyla birlikte işler ciddiye binecek.

Çıplak Ceset, ne yapmak istediğini bilen ve bunda da büyük ölçüde başarılı olan bir özel dedektif romanı. Tür içinde konumlandırmaya çalışırsak belki geleneksel bir gizem romanı olarak niteleyebiliriz; güldürü öğeleri barındıran, ana kişinin gerçek bir polis olmadığı, öykünün büyük oranda belirli gizemlerin çözülmesine bağlı bulunduğu, fena yazılmamış tek bir dövüş sahnesi dışında çatışma barındırmayan, okuyucunun gözü önünde kimsenin ölmediği, sert bir şiddet içermeyen, özünde oldukça yumuşak bir roman.

Öykünün dönüm noktaları, karakterleri ve genel işleyişi hiçbir noktada okuru sürprizden sürprize sürükleyecek ölçüde sarsıcı değilse -ve kitabın sonu öngörülebilirse- de, gizem öğelerinin çözümü hiçbir noktada kör göze parmak biçimde okurun karşısına da dikilmiyor.

Celil Oker, İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu olduğu ve çeviriyle uğraştığı için türün İngilizce örneklerini iyi bildiği ve yaptığı şeyin özgün bir uyarlama olduğu, yani geleneksel gizem romanlarının Türkçe bir örneğini ortaya koyduğu öne sürülebilir. Oker’in belirli yerlerde kullandığı öyle deyimler ve söz kalıpları var ki, ‘Türkçede böyle bir şey yok?’ diye düşündüm. Gerçi kullandığı dil büsbütün bir çeviri dili değil, ama kullandığı Türkçenin pek de kendine özgü bir dokusu bulunmuyor, oldukça yalın ve gündelik bir dil var kitapta.

Dolayısıyla denebilir ki kitabın üzerine geleneksel gizem romanının kokuları sinmiş, ki bu hoş bir şey, ama Türk yazınının parlayan bir örneği olmasını sağlayacak denli derinlikli ve hoş bir Türkçe kokusu sinmemiş.

Bu zaten Türk suç yazınında yaygın olarak rastlanan bir sorun, şimdiye değin okuduklarım arasında gözlemlediğim şey; yazarların yabancı bir türü Türkçeye uyarlarken yaptıkları işin iyi bir uyarlama olmasıyla, Türk yazınının iyi ve özgün bir örneği olması arasına sıkışıp kaldıkları. Bunun da Türk suç yazınının şimdiye değin gelişip kendi özgün lezzetini üretememesinde etkili olduğunu sanıyorum. Elbette yanılıyor olmayı, Türk yazınının iyi bir örneği olmaktan ödün vermeksizin suç yazının da iyi bir örneği olabilen yapıtların yazıldığını, bunları henüz okumamış olduğumu dilerim.

Kısacası Celil Oker’in Çıplak Ceset’i eğlenceli ve akıcı bir özel dedektif romanı. Kendisinden çok büyük beklentileri olmadığını, bu nedenle amaçladığı şeyi başarıyla yerine getirdiğini düşünüyorum. Belki eleştirilerimin bazıları benim kitaba gereğinden çok görev yüklemiş olmamdandır, tüm bunlara karşın bana oldukça keyifli bir okuma deneyimi sundu.

Okumalı mısınız?

Eğer geleneksel, yumuşak gizem romanlarını seviyorsanız ‘bizden’ ve eğlenceli bir dedektif olarak Remzi Ünal’ın bu macerasını da sevmemeniz için bir neden yok. Altın Kitaplar’ın bütün Oker kitaplarını bir seride derleyip toplaması, şimdiye dek Oker okumamış kişiler için iyi bir fırsat oluşturuyor. Benim yaptığımı yapabilir ve baştan başlayabilirsiniz.

Blog at WordPress.com.