Suç yazınından suç sinemasına: Jack Reacher ve Öldüren Kumpas

Can Güçlü

Jack Reacher, suç yazınının en ünlü karakterlerinden biri.

1.96 boyunda, 110 küsur kilo ağırlığında emekli bir Amerikan askeri polisi. Yaratıcısı Lee Child, gerçek adıyla James Grant. İlk Jack Reacher romanı bundan 25 yıl önce, 1997’de Putnam Adult etiketiyle yayınlandı. Reacher serisinde şimdilik 26 roman, Reacher öykülerinin toplandığı bir öykü kitabı ve henüz hiçbir kitaba girmemiş birkaç öykü var. Buna Lee Child’a ilişkin kitapları ve Reacher’dan esinlenen başka roman serilerini eklersek görüyoruz ki dünya çapında bir markadan söz ediyoruz. Hatta bir noktada her dokuz saniyede bir dünyanın bir köşesinde bir Reacher kitabının satıldığı söyleniyordu.

Son 2-3 yıl Reacher markası için kitaplar bakımından pek parlak geçmese de -bu konuya geri döneceğiz-, şimdi zaten çok ünlü olan bir yazınsal karakterin daha da geniş topluluklara ulaşmasına tanık oluyoruz, çünkü 2012 ve 2016’da gösterime giren ve kitapların okurlarınca beğenilmeyen iki filmin ardından kaygılı bir merakla beklenen Reacher dizisinin ilk sezonu Amazon Prime’da yayınlandı, üç gün sonra da ikinci sezon onayını aldı.

Altı Üstü Kitap’ın suç yazını masasında ben oturduğum için bir noktada Reacher’dan mutlaka söz edecektik, şimdi dizi de yayınlandığına göre bu sohbete girişmenin tam zamanı.

Killing Floor
Putnam Adult, 1997

Killing Floor ve Jack Reacher’ın ortaya çıkışı

Jack Reacher’ın ortaya çıkışının ilginç bir öyküsü var.

Yaratıcısı James Grant, yıllarca İngiltere’de televizyon sektöründe çalıştıktan sonra şirketi küçülmeye gittiği için gergin ve çatışmalı bir sürecin sonunda kendini kapının önünde bulunca başka bir iş aramaya başlamadan önce yıllardır aklını kurcalayan yazma işini denemeye karar verdi ve 40 yaşına dek yapmadığı şeyi yaparak kalemi eline aldı.

Eşinin Amerikalı olması dolayısıyla Amerika’yı tanıyordu; yarattığı kahramanın daha geniş topluluklara ulaşması için Amerikalı bir askeri polis yarattı.

Karakterinin adını eşi bulmuş sayılırdı.

Serinin ilk kitabı olan Killing Floor’un (Putnam Adult, 1997 ve Öldüren Kumpas adıyla Maceraperest Kitaplar, 2006) ilk sayfalarında aynı zamanda anlatıcı olan ana karakterin adı hiç geçmiyordu. Bir gün markette alışveriş sırasında ufak tefek, yaşlı bir kadın James Grant’ten en üst raftaki ürünlerden birine uzanmasını rica etti; 1.93 boyundaki Grant de hanımefendiyi kırmadı. Eşi, “Şu yazarlık işinden bir şey çıkmazsa gelip markette uzanıcı olarak çalışırsın,” deyince kabaca uzanıcı olarak çevirdiğim Reacher adı James Grant’in aklına yattı.

Öldüren Kumpas
Maceraperest Kitaplar 2006

Kitabın yayınevlerine gönderilmesi ve yayınlanması sürecinde James Grant kendine de yeni bir ad bulmak istedi, çünkü inanıyordu ki her yeni işte insan kendini yeniden markalandırmalıydı.

Lee adı, aile içi bir espriden türedi: Renault’nun ABD’de Le Car adıyla pazarladığı modelinin tanımadıkları biri tarafından Lee Car olarak -yani ‘lö’ yerine ‘li’ olarak- seslendirilmesine çok güldükleri için her şeyin başına lee getirmeye alışmışlardı, lee tuz, lee kapı, gibi. Hatta kızına da lee child diyorlardı, lee çocuk anlamında. Yazar adı olarak Lee Child’ın bu esprinin ötesinde bir anlam ve işlevi de vardı: İngiltere ve ABD’de kitapçılar rafları yazarların soyadlarına göre düzenlediği için Raymond Chandler ve Agatha Christie gibi büyük adlarla bir arada durabilecekti.

İlk kitabı, pek çok yazarı kıskandıracak bir hız ve kolaylıkla yayınlandı. Batı yayıncılığında yaygın olduğu üzere bir menajer bulmak istedi, bunun uzun süreceğini ve uğraşlı bir süreç olacağını düşünüyordu, yanıldı. Teklif götürdüğü ilk kişi menajeri olmayı kabul etti. Öyle ki, yeni menajeri ‘hadi kitabı gönder’ dediğinde kitap daha bitmiş değildi.

Birkaç yayıneviyle görüştükten sonra ABD’de Putnam’la, İngiltere’de Transworld’le anlaştılar ve üç ay gibi bir sürede kitabın yayın hakları satıldı.

Lee Child, ilk kitabı yayınlanıncaya dek de sıkı bir okurdu. Televizyonculuk mesleğinin son yıllarında da aklının bir köşesinde yazmak vardı. Klasik gerilimin en büyük adlarından Alistair MacLean ve bugünlerde bir proto-Jack Reacher olarak görülen Travis McGee romanlarının yazarı John D. Macdonald’dan esinleniyordu.

Reacher neden bu denli çok sevildi?

Killing Floor, öncelikle iyi bir gizem romanıydı, ama iyi bir aksiyon romanıydı da. 80’lerin, 90’ların aksiyon kahramanlarını hiç aratmayan Reacher’ı onlardan ayıran iki temel şey herhalde yazarının kendisine damardan verdiği sağlam bir doz Sherlockluk ve diziye de başarılı bir biçimde aktarılan özgün ahlaki değerleriydi.

Bir karakter olarak Reacher’ı tanımlayan şeylerden biri de, romanların çoğunun çıkış noktası da bu ahlaki yönelimdi. Reacher zeki ve güçlü bir karakterdi, bu da istediği pek çok şeyi yapabilmesi anlamına geliyordu. Yıllarca Amerikan ordusunda başarıyla polislik yapacak soruşturma becerisine de, çocukluğundan beri kendisini her türlü tatsız durumdan kurtaracak dövüş becerilerine de sahip olduğu için suçluları bulmakla kalmayıp cezalandırabilecek bir karakterdi.

Pek çok cinayet romanında suçlular bulunduktan sonra okurun içinden dedektifin bütün suçluları evire çevire dövmesi ya da öldürüp bir kenara atması geçerdi, ama bunu doyurucu biçimde kağıda dökebilen az kişiden biriydi Lee Child. Reacher’ın çözdüğünden çok cinayet işleyen bir dedektif olarak nitelenmesinin nedeni buydu.

Bu da okura küçümsenemeyecek bir doyum sağlıyordu: Evet, dünyanın bir yerlerinde çok kötü şeyler oluyor ve yapanın yanına kalıyordu, ama bir Reacher romanında hiçbir adaletsizliğin karşılıksız kalmayacağına güvenebilirdiniz.

Serinin 14. romanı 61 Hours’da (61 Saat adıyla Koridor Yayıncılık, 2020) Reacher’ın temel değerleriyle ilgili söylediği şu söz belirleyiciydi: “Dünyayı düzeltmeye çalışmıyorum ama bozanlardan da hiç hoşlanmıyorum.” Bu da Reacher’ı klasik bir dedektifle Robin Hood-vari gezgin bir antikahraman kırması kılıyordu.

61 Hours
Delacorte Press
2010

Bir diğer ilginç özelliği evsizliğiydi. Özel eşyası, ailesi, evi, arabası olmayan, emekli bir asker olarak aylığıyla ve sağda solda yaptığı ufak işlerle geçinebilen bir kahraman olarak öldürdüğü kötü adamların cebindeki parayı alıp harcamaktan çekinmeyebilir, gittiği bir kasabada gizemi çözüp hak edenleri cezalandırdıktan sonra yaşadığı her şeyi geride bırakıp yeni bir kasabaya doğru yola çıkabilirdi. Bu da sayısız yükümlülük altında ezilen modern insan için çekiciliği yadsınamaz bir fanteziydi.

Kitapları okumayıp diziyi izleyenlerin de bileceği üzere Killing Floor’da Reacher’ı intikama sürükleyen kişisel bir trajedi vardı, benzer trajedilere sonraki romanlarda da rastlamamıza karşın Reacher’ı 26 kitap boyunca New York’tan Paris’e, Nebraska’dan Berlin’e sürükleyen şey Lee Child’ın bir yazar olarak kurguda aradığı özgürlük olduğu denli Reacher’ın her coğrafyada adalet dağıttığı için sevilmesiydi de.

Diyebiliriz ki Lee Child yazarlığa atıldığı dönemin klişeleşmiş aksiyon kahramanlarından esinlenerek yarattığı karakterden yıllar içinde -artık Reacheresk de denen- özgün bir halk kahramanı tipi çıkarabilmişti. Bu da yalnızca Batılı okurun değil, dünyanın her yerinden okurun ilgisini çekiyordu.

Amerikan askeri gerilimlerinde alışkın olduğumuz teröristlere, Amerika’nın ulusal güvenliği için savaşan karakterlere, siyasi alt metinlere Reacher romanlarında neredeyse hiç rastlamamamız da kitapların her yerde ilgiyle okunmasında etkiliydi.

Reacher’ı yazmak

Lee Child’ın yayıncılık dünyasında sık görülmeyen bir yazma ve çalışma anlayışı vardı: Her yıl 1 Eylül’de yazmaya başlıyor, 6-7 ayda o yılın Reacher romanını tamamlıyor, yayına hazırlık süreci bitmeden yeni kitabına başlıyor ve bir yandan yayınlanan kitabın çıkış aşamasında tanıtımlarla ilgilenirken bir yandan da bir sonraki yılın kitabını yazıyordu.

Pek çok yazarın yaptığı gibi çok sayıda taslak hazırlayıp son bir metin ortaya çıkartmaya çalışmıyordu, yazdığı taslak, yayına hazırlanacak son taslaktı. Pek az düzeltme ve değişiklikle okura sunuluyordu. Yazmaya başlamadan önce öykünün iskeletini çıkartmıyor, çoğu kez yazmaya başladığı romanın nereye varacağını bilmiyordu. Bazen çözülecek gizemin ne olduğunu bile bilmeden oturuyordu yazmaya.

Bugün alay edeninin de, seveninin de çok olduğu bir biçemi vardı. Çok kısa tümcelerle oldukça doğrudan bir anlatımı buluşturuyordu, bu da okunurluğunu artırıyordu. Kimi okurun bunu yazınsal değerden çalmak olarak yorumlamasını da umursamıyordu.

Yayıncılıkta ne denli büyük bir markaya dönüştüğünü açıklamak için şu örnek verilebilir: Henüz serinin 19. kitabı Personal (Delacorte Press, 2014) yayınlanmadan, Cambridge Üniversitesi’nde ders de veren gazeteci ve akademisyen Andy Martin, Lee Child’a bir teklif götürdü. Bir sonraki kitabının yazım sürecini izleyecek, Lee Child kitabı yazarken Andy Martin de odanın bir köşesinden onu izleyip bir Reacher romanının nasıl ortaya çıktığını gözlemleyip kitaplaştıracaktı.

Dünya yazın tarihinde kitaplarla ilgili kitaplar bulmak güç değilse de çağdaş bir yazarın bir kitabının yazım sürecini kitaplaştırmak sık görülen bir durum değildi, ama başarıldı. 20. Reacher romanı Make Me’nin (Delacorte Press, 2015) yazım sürecini ayrıntılarıyla anlatan, üstelik eğlenceli olmayı da başaran kitap Reacher Said Nothing: Lee Child and the Making of Make Me (Bantam Press, 2015) adıyla, konu aldığı Make Me’nin çıkışından iki ay kadar sonra yayınlandı.

Reacher Said Nothing
Bantam Press, 2015

Lee Child için yolun sonu

Lee Child, Make Me’den sonra 4 Jack Reacher romanı daha yazdı. Sonuncusu Blue Moon (Delacorte Press, 2019) oldu. Olağan koşullarda her yeni kitabın çıkışından birkaç ay sonra bir sonraki kitabın adı ve konusu duyurulurken, 2020’de Reacher okurları beklemedikleri bir haber aldı: Lee Child emekli oluyordu.

Bu konuda eski kafalı olduğunu, insanların 65 yaşına dek çalışıp sonra emekliliğin tadını çıkardığı bir gelenekten geldiğini söylüyordu. Artık daha fazla Reacher romanı yazacak gücü kalmamıştı. Yarattığı seri bir anda bırakılıp üzeri örtülecek bir seri de olmadığı için, kalemi bir başkasına devredecekti.

Bu, Batı yayıncılığında görülmedik bir şey değildi. Ünlü macera romanları yazarı Clive Cussler yaşlandığında kitaplarını daha genç yazarlarla ortak olarak üretmeye başlamış, ölümünün ardından bu yazarlar Clive Cussler markasını yaşatarak serileri sürdürmüştü. Askeri gerilim yazarı Vince Flynn yaşamını yitirdiğinde markasını yine askeri gerilim yazarı Kyle Mills devralmıştı -ve bu yazı yazıldığı sırada Flynn’inkilerden daha iyi kitaplar üretmeyi sürdürmekteydi-. Benzer bir durum ünlü Amerikalı yazar Tom Clancy’nin kitapları için geçerliydi.

Lee Child’ın ardılı kim olacaktı? Okurların aklında bazı adlar vardı, ancak sonunda iş beklenmedik bir yere vardı: Reacher markası, Lee Child’ın gerilim yazarı kardeşi Andrew Grant’in ellerine bırakıldı. Sonraki birkaç kitabı birlikte yazacaklar, sonrasında Andrew Grant romanları tümüyle kendi üzerine alacaktı. Sonradan anlaşılacaktı ki zaten Lee Child’ın birlikte çalıştıkları ilk kitaba katkısı da çok azdı.

Böylece, 2020 yılından başlayarak, Reacher okurları bildikleri ve sevdikleri Reacher’a veda ettiler. The Sentinel (Delacorte Press, 2020) ile başlayarak Andrew Grant’in yeni Reacher’ıyla tanıştılar. Bazı okurlar bu değişimi sorun etmedi, bazılarıysa bir düşkırıklığı içinde seriye sırt çevirdi.

Oysa sıkı Reacher okurları için de yolun sonu değildi, ki bu da bizi bu yazının yazılma nedenine getiriyor.

The Sentinel
Delacorte Press, 2020

Sayfadan ekrana

4 Şubat 2022’de Killing Floor’dan uyarlanan sekiz bölümlük Reacher dizisi Amazon Prime’da yayınlandı. Daha önce Reacher’ı Tom Cruise’un canlandırdığı iki film çekilmiş, hem oyuncunun karaktere uyumsuzluğu, hem filmlerin kitapların tonunu yeterince yansıtamaması dolayısıyla okurlarca yerilmişti. Bu deneyimden ağzı yanan Reacherseverler kaygılı bir iyimserlik içindeydi, bu kez olacak mıydı?

Killing Floor uzun bir serinin ilk kitabı olmasına karşın en iyi kitaplarından biriydi, karakterin ve yazarın yarattığı ortamın okurun gözünde en iyi canlandığı kitaplardan da biriydi. Arkasından gelen 25 roman birbirinden bağımsız öyküler anlatsa da Killing Floor Reacher’ın sıfır noktasıydı ve iyi bir uyarlamayı hak ediyordu.

Reacher’ın fiziksel özelliklerini taşıyan, sivridilli bir dedektif olduğu denli göz korkutucu bir kas yığını da olabilecek bir oyuncu bulunması önemliydi, uzun bir arayışın sonunda Alan Ritchson’da karar kılındı.

Okurların yıllardır özlediği Reacher bulunduğuna göre, şimdi kitabın tonunun, uzamlarının, yan karakterlerinin, müziklerinin de kitaba uygun biçimde ekrana uyarlanması gerekiyordu.

Eğer kendimi yukarıda andığım Reacherseverler arasında sayıyorsam ve söz hakkım varsa, ki neden olmasın, bence bu kez oldu.

Reacher: Killing Floor
Berkley, 2021

Uzatmama gerek yok: Reacher iyi bir uyarlama. Açılış sahnesinden başlayarak Reacher’ın davranışlarına, öykünün hızlanıp yavaşladığı noktalara, bazı dövüş sahnelerinin ayrıntılarına dek Killing Floor’u ekranda kanlı canlı görebiliyoruz. Diyalogların bir bölümü kitaptan olduğu gibi alınmış, bir bölümü başka kitaplardan alınmış.

Kitapla dizinin ayrıldığı noktalar var, ancak hiçbirinin kitapla diziyi birbirinden bağımsız yapıtlar olarak ele almamıza yol açacak ölçekte olmadığını belirtmek gerek. En büyük ayrım, kitabın anlatıcısının da Reacher olması dolayısıyla kitap boyunca Reacher’dan kopamamamıza karşın dizide yan karakterlerle baş başa zaman geçirebilmemiz, böylece onların da daha çok geliştirilebilmesi.

Aralara, sıkı okurları mutlu edecek bazı ayrıntılar serpiştirilmiş, daha ilk bölümlerde gördüğümüz köpek bunlardan biri. Yan öykülerin bazıları kısa öykülerden, bir bölümü de serinin sekizinci kitabı olan Düşman’dan (Maceraperest Kitaplar, 2007) alınmış.

Elbette suç yazını düşkünlüğüm ve Reacherseverliğim dolayısıyla yansız olmam güç, ancak öyle sanıyorum ki Reacher yalnızca Lee Child’ın ilk kitabının başarılı bir uyarlaması değil, aynı zamanda bir romanın dizileştirilmesinin de iyi bir örneği. Kendi ayakları üzerinde durabilen, ama kaynak yapıtına sırt çevirmeye gerek duymayan sinematik bir yapıt. Bir başyapıt değil, ama çağdaş suç sinemasına önemli bir katkı.

Lee Child ve Jack Reacher yalnızca ABD ve Avrupa’da değil, bütün dünyada gerilim yazınına damga vuran bir ikili. Okurla ilk buluşmalarından 25 yıl sonra şimdi yeni bir serüvene atıldılar, hiç fena bir başlangıç da yapmadılar. Zaten küçümsenemeyecek bir okur topluluğu olduğu için dizinin ilgi görmesi, dizinin gördüğü ilgiyle kitapların da daha çok okurla buluşması işten değil.

Gerek izleyicilerin, gerek okurların, gerekse suç yazınıyla ilgilenen yazarların Jack Reacher’la işleri yakın zamanda biteceğe benzemiyor. Son kitabı pek beğenmesem de diziyi bitirdiğimden beri kafamda bu yazıyı yazdığıma göre, benim işim de bitecek gibi değil.

Okumalı ve izlemeli misiniz?

Eğer suç yazınını seviyorsanız çözdüğünden çok cinayet işleyen bir antikahraman olarak Jack Reacher’ı ve Lee Child’ın kendine özgü biçemini sevmeniz çok olası. Ancak çılgınlarca satmasına karşın bu seri herkese göre değil. Çekiciliğinin en az yarısını yazarının ve ana karakterinin kişilikleri oluşturuyor. Lee Child’ın yazım tarzına, diline, kurgu alışkanlıklarına, Reacher’ın bir karakter olarak davranışlarına ısınamayan okurun kitapları bunlardan başka nedenlerle sevmesi güç. Suç yazını okurları arasından Reacher’ı sevmeyen az, ancak yok değil. Denebilir ki Lee Child 26 kitaplık bu serisiyle suç yazını içinde en klişe desenlerden yararlanarak kendi alt türünü oluşturdu. Bu alt türü benimseyen okura sunduğu pek çok şey var, benimsemeyense eleştirecek çok şey bulacaktır.

Diziyle ilgili durum da temelde aynı, ancak dizinin kitabın öyküsünü günümüze uyarlaması ve yazınsal bir anlatımı sinematik bir anlatıma dönüştürmesi dolayısıyla daha geniş izleyici topluluklarına ulaşması da çok doğal, böylece yeni izleyici diziden yansız bir zevk alabilir. Dizinin bir diğer artısı kitapları merak eden okura sağladığı kolaylık olacak, iyi bir uyarlama olduğu için diziyi izleyerek kitaplarla ilgili bir fikir edinebilirsiniz.

Blog at WordPress.com.