Söyleşi: Miyase Sertbarut

Söyleşi: Özge İpek Esen

Çocuk edebiyatının duyarlı kalemlerinden Miyase Sertbarut ile, Türkiye’de çocuk edebiyatına gösterilen ilgi ve değeri, edebiyat serüvenindeki uğrakları, pandeminin yazar ve okur arasındaki ilişkiye etkisini konuştuk.

Çok klişe bir soru ama çocuk edebiyatının hâlâ hak ettiği değeri görmediğini düşündüğüm için sormak istedim; Türkiye’de çocuk edebiyatı yazarı olmak nedir, nasıl bir şeydir? Siz bu konuda neler söylersiniz bize?

Çocuk edebiyatında Türkiye’deki durum, siz gönül alarak hak ettiği değeri görmüyor, deseniz de ben gönül rahatlığıyla hak ettiği budur diyebilirim. Çünkü çoğu zaman üretilen eser, edebiyata yarım yamalak bir selam verip geçer. Bunu kendi kitaplarımı bir tarafa ayırıp söylemiyorum, yazdıklarım da dâhil. Neden böyle? Çünkü çocuklar için yazanlar çoğu zaman eğitimin bir parçası olduklarını düşünürler. Yetişkinler için yazanlar ise böyle bir kaygı taşımadıklarından içlerindeki insan canavarını serbest bırakırlar. Gerçek sanat böyle ortaya çıkar. Çocuk edebiyatı yazarlarının elinden tebeşir düşmez. Yani didaktik olmak başımızın belası, paçamızı ondan bir kurtarsak emin olun dünya çapında yapıtlar üretebiliriz. Bizimkisi biraz ebeveynlik, biraz öğretmenlik, biraz ablalık, biraz abilik.  Çocuğun durduğu platformda değil, daha yüksekte bir yerde duruyorsanız çocuğa tepeden bakmak zorunda kalırsınız. Her yazar gibi çocuk edebiyatı yazarları da çok okunmak istediklerinden tribünlere oynamaktan kendilerini alamazlar. İşte sorun da burada başlar, çünkü tribündekiler çocuk değil, onun öğretmeni veya anne-babasıdır. Kitabınızı onlar seçecek veya seçmeyecektir. Bu durumda o yetişkinlerin beğenisini ve beklentisini göz önünde bulundurursunuz. Böylece edebi değeri olan, çocuk gerçekliğine uyan, nitelikli kitaplar yazamaz ve anlatı sanatına ihanet edersiniz.

Üniversite yıllarındayken ufak tefek metinler yazan biriydim, çocuk edebiyatı kulvarına gireceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Öğretmenliğe başladığımda bir edebiyat yarışmasının şartlarına bakarken en altta çocuk öyküleri dalında da bir başlık açıldığını fark ettim. O güne dek çocuk edebiyatı alanına hiç kafa yormamış biri olarak bu alanda bir şeyler yazıp yazamayacağımı işte o zaman düşündüm. Kendi çocukluk anılarımı el yordamıyla ilk o zaman hikâyeleştirdim. Çocuk edebiyatı insanı iyileştiren, oyun alanı geniş, tatlı bir kulvar. Sade suya tirit olmadığı sürece her yaştan insan çocuk kitabı okumaktan keyif alabilir.

Yayınevlerinin durumuna bakacak olursak çocuklar için hazırladıkları kitaplarda yetişkin edebiyatındaki kadar çıtayı yüksek tutmuyorlar. Bu yüzden Türkiye’de çok fazla kötü çocuk kitabı var. Türlü pazarlama stratejileri ile okul listelerine o kitapları dahil edebiliyorlar. Aslında bu yaklaşım gelecekte var olmasını arzuladığımız nitelikli okur kitlesinin önündeki en korkunç engel.

Özellikle son yıllarda kaleminizin çocuklara anlatılması veya açıklaması zor olan meseleler üzerine eğildiğini görüyoruz: Kapiland Serisi, Sisin Sakladıkları, Çöp Plaza ve şimdi de Bir Gün Herkes… Edebiyat serüveninizin bu yola sapmasının bir nedeni var mı?

Çocuklara her şey anlatılabilir, uygun bir dil ve uygun bir kurgu ile. Sözünü ettiğiniz kitaplar daha çok 10 yaş ve üzeri olduğu için o yaş grubuna hitap etmek kısmen bana serbestlik sağlıyor. Dünyada olup bitenler hepimizi ilgilendirir. Çocuğunuzu fanusta büyütseniz bile o cam bir gün patlayabilir. Bir kitap yazmaya başladığımda öncesinde beni motive eden kuvvetli bir şey mutlaka oluyor. Başkasını tetiklemese bile bana anlatma gücü veriyor. Diyelim ki marketten çıktım, elimde torbalar var, gıda ve başka şeyler. İki metre ötemde marketin çöp konteynırından ambalaj toplayan on beşinde birini görüyorum. Hissettiğim rahatsızlığı başkaları da hissetsin diye yazmak istiyorum. O çocuğun çevresine bir hikaye örüyorum, onun sözcüsü oluyorum, onu unutmak istemiyorum. Çocuklar ve gençlerin de meselesi olan kitaplara eğilim göstermesi daha iyi bir dünya için gerekli.

Çocuk edebiyatı bir toplumsal sorumluluk hissiyle icra edilebilir mi sizce? Çocuk edebiyatının böyle bir misyonu olmalı mıdır?

Çocuk edebiyatının en önemli misyonu okumayı sevdirmesidir. Her yazar bu misyonu farklı motiflerle zenginleştirebilir. Ben bir yazar olarak öncelikle iyi bir hikâye anlatıcısı olmaktan sorumlu tutarım kendimi. Anlattığım atmosferde karakterler olur, bu karakterlerin türlü sorunları olur, bazıları toplumsal, bazıları bireysel. Anlatımı ve akışı bozan şey, yazarın didaktik olmasıdır, karakterlerin duygularını yok sayıp onları mekanik kuklalar gibi hareket ettirmesidir. Çocuğun ağzına yakışmayan büyük büyük laflarla onları konuşturmasıdır. Böyle bir metni çocuk zaten sevmez ve sana da anlattığın olaya da sırtını döner. Okur, bana sırtını dönmesin diye bazen fantastik, bazen gizemli, bazen neşeli bir havada dünyanın hâlini ona göstermek isterim. Görmesi yeterlidir, ben ona sorumluluk al demem. Çözüm üretmek, çözüm yolunu dikte etmeye çalışmak edebiyatın işi değildir. Birey kendi çevresine göre, kendi kapasitesine göre ve istiyorsa bir şeyler yapar.

Covid-19 pandemisinden okurla iletişiminiz nasıl etkilendi? Bu iletişim değişikliğinin yazma sürecinize yansıması oldu mu?

Salgın çoğumuzu uzunca bir süre eve kapadı. Bu durum bazı insanlarda travmalara bile yol açtı. Yazan bir insan olarak ben zaten evde olmayı seven biriydim. Fakat bu olağanüstü durumu yazı yazmak için bir fırsata dönüştüremedim. Herkes gibi haberleri, diğer ülkelerdeki gelişmeleri izledim. Yarın ne olacak kaygısını hep içimde hissettim. Bir süre sonra okullarla internet üzerinden görüşmeye başladık. Bu benim için yeni bir pencereydi, daha kolaydı. Ayrıca yolculukları seven biri değilim. Bazen markete gitmeye bile üşenirim. Çocuklarla iletişimim ister bir okulun salonunda yüz yüze, ister bilgisayar ekranında her durumda samimiyetle devam etti. Aslında en sıkı bağı kitaplar kurduğu için, iyi kitaplar yazabildiğim sürece onlarla iletişimim sayfalar aracılığıyla devam edecek. Benim yazma sürecimi pandemi pek etkilemese de çocukların okuma alışkanlığını olumsuz yönde etkilediğini düşünüyorum. Çünkü okullar kapalıyken fazlasıyla dijitalleştiler. Yine de son Ankara Kitap Fuarı’nda okurların ilgisi, onlardan umudun kesilmemesi gerektiğini hissettirdi. Şunu kendime çok sık söylerim: Okumak her çağda azınlığın yaptığı bir eylem ve dünya için iyi işleri yine azınlıkta olan insanlar yapar.

Son olarak, takip ettiğiniz yazarları öğrenmeyi ve yeni projeleriniz varsa, bizimle paylaşmanızı çok isteriz.

Takip ettiğim çok yazar var. En çok şunu beğeniyorum diyemem, beğeni kitaba göre değişebilir. Çocuk ve yetişkin ayırt etmeden söylersem Ursula K. Le Guin, Neil Gaiman, John Boyne, Şermin Yaşar, Cemil Kavukçu, Hakan Günday, Latife Tekin ve daha pek çok yazar.

Çok teşekkür ederiz.

Blog at WordPress.com.